Sosyal / Kültürel

Maaş ve Alım Gücümüz Düşük Ama Burada Her Şey Daha Ucuz (Mu?)

Alım Gücü Düşük Maaş

Maaş ve alım gücümüzün gelişmiş ülkelerdeki emsal çalışanlardan daha düşük olduğunu bilmeyen kalmadı. Ancak ne yazık ki, hızlı küreselleşme süreci ile dünya piyasalarının entegre olduğunu hesaba katmadığımızdan dolayı, ülkemizde her şeyin daha ucuz olduğu, aynı ürünler için gelişmiş ülkelerdeki birinin ödediğinden daha az ödediğimiz şeklindeki yanılgı hâlâ devam ediyor ve birçoğumuz bu yanılgıya tutunarak teselli bulmaya çalışıyoruz.

Bugünlerde izlenme sayısı hızla yükselen YouTube videolarından birinde, ünlü Finans Profesörü Özgür Demirtaş “maaş” konusunu ele alıyor. Sohbetine, “Maaşınızdan memnun musunuz?” diye başlayan Özgür Hoca, gelişmiş ülkelerdeki bizimle aynı işi yapan çalışanlarla karşılaştırıldığında maaş ve alım gücümüzün düşüklüğünün boyutlarını tane tane anlatımıyla gözler önüne seriyor. Bunu zaten bildiğini düşünenlere de “İyi de arkadaşlar, bizden ne kadar daha fazla kazanıyorlar, bir tık mı, iki tık mı, sekiz tık mı? O tık ne kadar?” diye soruyor. Videoyu izlediğinizde kaç tık veya kat daha az maaş aldığımızı bir örnek üzerinden görüyorsunuz.

Hocanın da belirttiği gibi bu durum yalnızca kamuda ya da özel sektörde çalışan beyaz ve mavi yakalılarla değil, girişimci, serbest meslek sahibi, esnaf, sanatkar, sanayici, toplumun her kesimi ile alakalı ve her birimizi etkiliyor.

ABD’de eğitim görmüş, uzun süre çalışmış ve yaşamış olmasından dolayı Özgür Hoca, her iki ülkeyi karşılaştırarak çarpıcı ve gerçekçi analizleri rahatlıkla ortaya koyabiliyor.

“Ama burada her şey ucuz” tesellisi

Videoda Özgür Hoca, o yaygın tesellimiz olan “ama Türkiye’de her şey daha ucuz” yanılgısına da vurgu yapıyor.

“Alım gücümüz düşük ama Hocam, Amerika’daki ile bizi karşılaştırman doğru değil, çünkü Türkiye’de domates ucuz, Türkiye’de biber ucuz, Türkiye’de hizmet sektörü ucuz, berber ucuz, tıraş olmak ucuz, diş çektirmek ucuz, o yüzden böyle karşılaştırma, ülkemizde her şey daha ucuz” diyenlere şu karşılığı veriyor:

“Arkadaşlar orada durun! Niye öyle sadece ucuz, ucuz, ucuzları sayıyorsunuz? Böyle ucuz, ucuz, ucuzları aklınıza getirmeye züğürt tesellisi derler. Eğer siz ucuz, ucuz, ucuzları aklınıza getirirseniz, o zaman da biri çıkar der ki evet, Türkiye’de domates, biber, patlıcan ucuz ama benzin pahalı, araba pahalı, elektronik eşya pahalı, bilgisayar pahalı, telefon pahalı, pahalı da pahalı. Onlar ucuzsa, bunlar da pahalı. Sabah akşam sadece domates yiyecek halimiz yok ya…”

Özgür Hoca’nın anlatmak istediklerinin anlaşılması için daha önce kabullendiğimiz yanlış kanaatleri kafamızdan atmamız lazım. O nedenle, maaş ve alım gücü düşüklüğünün günlük hayatımızda yaşattığı ve zincirleme yol açtığı birkaç örnek soruna da kendi deneyimlerimden yola çıkarak biraz daha dikkat çekmek istiyorum. Aslında anlatacaklarım, her birimizin yaşadıklarımızdan başka bir şey değil. Gerçi Hoca seyahat etme ve tatil yapma imkanlarımızı da karşılaştırıyor ama, birkaç hafta tatilin örneğin bir Avrupalı için her yıl yaptığı sıradan aktiviteler olabileceğini bilmeyen birçok kişiye bunlar bile lüksmüş gibi gelebilir. Bu yazıda vereceğim örnekler, belki durumumuzu biraz daha berraklaştırır ve sorunumuzun anlaşılmasını daha da kolaylaştırır.

Etkisi dalga dalga yayılan bir sorun

Alım gücü zayıflığı öyle yapışkan bir sorun ki bugünümüzü elimizden alması yetmiyormuş gibi ondan kurtulmak için yapabileceklerimizi de zorlaştırarak yarınımızı iyileştirmemize de izin vermiyor. Nasıl diyeceksiniz, işte onu netleştirmeye, birkaç örnekle bu sorunun gittiği derinlikleri anlatmaya çalışacağım.

Gelirimiz aynı değil, bunu biliyoruz. Maaşımız, kalkınmış toplumlardaki emsal çalışanlardan bazen onlarca kat daha düşük. Küreselleşen dünyayla baş edebilmek için ne yapmamız gerektiğini de az çok biliyoruz. Fakat bu gelirle bu anlamda ülkemizde bir adım atmak, faydalı bir şeyler üretmek adına örneğin günümüz teknolojisini kullanarak insanların bir şeyler “öğrenmesine” katkıda bulunmak gayesiyle veya bir ürün ya da hizmet sunmak için bir web sitesi kurmak veya bir video kanalı açmak istesek, bunun için alan adı, web barındırma, güvenlik sertifikası vb. hizmetler için Amerika’daki biri ile aynı ücreti ($ karşılığı TL), yine Amerika’daki birinin kullandığı aynı web kamerasını, aynı mikrofonu, aynı kulaklık ve hoparlörü, aynı cep telefonunu, aynı fotoğraf makinesini, aynı laptopu, aynı yazılımı alıp kullanmak istesek, onunla aynı veya ondan çoğu zaman daha fazla ücret ödememiz gerekiyor.

Evet, aynı hizmet ve ürünler için daha az değil, hatta çoğu kez ABD’deki birinin ödediğinden çok daha fazla dolar ödememiz gerekiyor. Google’dan aratıp alan adı, web hosting gibi hizmetlerin ücretini; açın, birer birer amazondaki ürün fiyatlarını görün ve karşılaştırın. Cep telefonundan kameraya, laptop’a, her birinin oralarda daha hesaplı olduğunu göreceksiniz. Onlar da biz de aynı cep telefonunu kullanıyoruz; fakat oradaki çalışan, örneğin maaşının onda biri ile bir iPhone’a sahip olurken, aynı telefona bizim maaşımızın tamamı bile yetmiyor. Hadi bunlar bir yana, hepimizin sıradan günlük ihtiyacı olan elektrik için, İnternet veya telefon hattı için bile o ülkelerde bizden kat kat fazla kazananlardan daha fazlasını ödüyoruz.

Küçük fakat çok şey anlatan daha birçok örnek bulmak mümkün. İstediğimiz bir online eğitimi almayı düşündüğümüzde de karşılaştığımız durum farklı değil. Fiyatının 100 Dolar olduğunu gördüğünüz bir online eğitim için, içinizden “ah keşke 100 dolar değil de 100 TL TL olsaydı, hemen alabilirdim” diye geçirdiğiniz olmuştur büyük olasılıkla. 5 bin Dolar maaş alan bir Amerikalı bu eğitime maaşının ellide birini düşünmeden vererek katılabilirken, aynı eğitim için bizim 5 bin lira alan bir çalışanımızın maaşının altıda birini vermesi gerekiyor.

Durum bu kadarla kalsa iyi. Bir de işin gelir tarafı var. Diyelim ki YouTube’da bir video kanalı kurup buradan elde edeceğimiz gelirle hiç olmazsa masraflarımızı karşılamayı istedik. Düşük gelirimiz burada yeni bir yüzünü daha gösteriyor. Kanal için veya orada kullanmak istediğimiz yazılımlar için aynı miktarda dolar ödememiz kaçınılmaz ancak, o ülkelerdeki kullanıcılar ile aynı geliri hiçbir zaman elde edemiyoruz. O ülkelerdekilerin kanalındaki her bir reklam gösterimi için yaklaşık 10 kuruş ödeniyorsa, bizim kanalımızda her bir reklam gösterimi için bize 1 kuruş ödeniyor.

Ve biz halâ gelirimiz az ama burada her şeye daha kolay sahip olduğumuzu düşünüyoruz.

Daha çok çalışmamız da yetmiyor

Bütün bunların anlamı şu:

Genelde sanıyoruz ki gelişmiş, refah içindeki toplumlarda insanlar nasıl yaşıyorsa, biz de öyle yaşıyoruz ve onlar ne yapıyorsa, nasıl çalışıyorsa, nasıl üretiyorsa, biz de aynısını yaptığımızda onlar gibi oluruz. Motivasyonunuzu kırmasın ama bu düşünce tamamen bir yanılgı. Durum, sanılandan çok farklı. Bir misli, iki misli falan değil, bazen onlarca misli farklı. O ülkelerdeki çalışanlarla aynı çalışmayı yapmak, aynı şeyi üretmek için kendi koşullarımızda, onlardan çok daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Bir değil birkaç kişi gibi çalışmamız, üretmemiz gerekiyor. Yalnızca farkı kapatabilmek için değil, “farkı kapatabilmek” durumuna gelebilmek için de farkı kapatmak gerekiyor. Faizin de faizini ödemek gibi katmerli bir durum bu.

Yani ABD’deki bir meslektaşımız eğer 100 Dolar harcayıp bilgi ve teknoloji kullanımıyla topluma bir fayda üretebiliyorsa, bizim burada aynı faydayı üretebilmemiz için 100 Dolar yetmiyor —gelirimiz daha az ama daha fazla harcamaya ihtiyacımız var. O yüzden zaten birçok kişi bu alanlara henüz adım atmış değil veya bulaşmaktan uzak duruyor. O nedenle bir bakıyorsunuz, dijitalleşme, Endüstri 4.0, ya da nesnelerin İnterneti gibi güncel konulardaki seminerleri takip etmekten geri duramayan birçok işletmenin henüz bir web sitesi dahi yok veya olanların da işlevleri tam anlamıyla çalışır durumda değil.

Oysa kalkınabilmemiz, bilgi ve teknolojinin üretim ve ticaret içindeki ağırlıklarının artmasını ve böylece yaşam standardı ve kalitesinin yükseltilmesini de gerektirmektedir. İnternet ve dijital dünyada yer almak için yatırım yapmayıp, bütün bunları ‘olmasa da olur’ türünden hâlâ lüks faaliyetler olarak görmek günün gerisinde kalmaktır. Bu yüzden zengin ülkeler gittikçe farkı açıyor ve her geçen gün bağımlılığımız artıyor.

Eski dünya tarih oldu

Bu arada, fayda üretmek, gelişmek adına bir şey yapmak bir yana, aslına bakarsanız, yiyecek-içecek fiyatları da ülkemizde ucuz sanılıyor ama hiç de öyle sanıldığı gibi bir fark yok. Bulunduğum Avrupa ülkelerinde birçok ürünü yaklaşık fiyata, hatta bazen daha ucuza bulabiliyorsunuz.

Bu konuda hâlâ tereddütleriniz varsa, Almanya ve Türkiye’de markette birebir aynı alışverişi yapıp ne kadar tuttuklarını ve bunun ortalama maaşların yüzde kaçına denk geldiğini hesaplayan Asya ve Umut’un (Özden ve Cengiz’le birlikte) hazırladıkları aşağıdaki videoyu izlemenizi öneririm.

Bir spor veya hobi malzemesi, bir saat, bir gözlük, bir parfüm ya da bir enstrüman için de durum farklı değil. Neden biliyor musunuz? Çünkü dünya artık o eski dünya değil. Yirmi yıl, otuz yıl öncesine kadar bizde ucuz, yurt dışında pahalı diyebiliyorduk; ancak o günler tamamen geçmişte kaldı.

Malların, hizmetlerin, sermayenin, bilgi ve teknolojinin serbest dolaşımını ifade eden küreselleşmenin özellikle ’80 sonrasında büyük bir ivme kazanmasıyla, yerkürenin hemen tamamını etkisi altına alan büyük bir dönüşüm yaşadık. Dünya piyasaları neredeyse bütünüyle entegre oldu. Artık bir Alman, bir Fransız veya başka bir Avrupalı da, bir Amerikalı da, bir Türk de aynı otomobili, aynı televizyonu, hatta aynı marka giysiyi, aynı spor ayakkabıyı kullanıyor. Bizde ucuz, onlarda pahalı günleri eskidendi ve o günler tamamen tarih oldu. O yüzden fiyatların, harcamalarımızın ülkeler arasında pek bir farkı kalmadı ve o yüzden gelir düzeylerimizin farklı olmasının sonuçları şimdi eskisinden daha etkili.

Yaşam her yerde aynı değil

Konu buraya kadar gelmişken, bir noktaya daha işaret etmeden geçemeyeceğim. Bütün bu durumun bir de yarattığı sonuçlara baktığımızda yaşamın her yerde aynı olmadığını tahmin edebiliriz. Özgür Hoca videosunun başında “Maaşınızdan memnun musunuz?” diye soruyordu. Ben de şimdi yazımın sonunda “Nasıl hissediyorsunuz?” diye sorayım.

Şimdi kendinizi o gelişmiş toplumlardaki bireylerden biri yerine koyun. Aynı meslek grubundasınız. Diyelim bir mühendis, bir öğretim üyesi veya bir mavi yakalı olarak çalışıyorsunuz. Buradaki aynı işi orada yapıyorsunuz, aynı mesaiyi harcıyorsunuz, fakat kazancınız bol. Daha az harcayarak daha çok şey yapabiliyorsunuz ve daha çok şeye sahip olabiliyorsunuz. Bir gün, üç gün, beş gün değil; her gün bu böyle devam ediyor. Siz daha çok çalıştıkça, her şey daha çok iyiye gidiyor. Birkaç yılda bir isterseniz arabanızı, evinizi yenileyebiliyorsunuz. Geçen yıl yaz tatilinizi Antalya sahillerinde geçirdiyseniz, bu yıl değişik destinasyonlara, Bali’ye, Karayipler’e uzanmak için bir çekinceniz yok.

Nasıl hissederdiniz?

Yıllardır, yurt dışından her dönüşümde daha çok farkına vardığım, beni üzen fakat yaşanmadan da anlatılması mümkün olmayan şeylerden biriydi bu. Kimle konuşsam genelde gördüğüm şuydu. Sanıyoruz ki bütün dünyada insanlar hep bizim gibi ya da çevremizdekiler gibi yaşıyorlar; hayatları veya çevreleri bizim gibi kısıtlarla, şikayetlerle, zorluklarla, imkansızlıklarla dolu. Sanıyoruz ki onların da geceleri gündüzleri gelecek kaygılarıyla, ekonomik sıkıntılarla, mali kayıpların, kazançların hesaplarıyla dolu. Sanıyoruz ki bizim gibi engelleri aşmak için onların da her günleri mücadelelerle, sorunlarla baş etmeye çalışmakla geçiyor ve her akşam aynı iç karartıcı haberleri, aynı içi boş tartışma programlarını veya psikolojik şiddet dolu dizileri izleyip bizim gibi hissediyorlar.

Kalkınmış, uygar toplumlarda yaşayanların, çevremizde görüp, izlediğimiz, bizi mutsuz eden yaşadığımız sorunların büyük çoğunluğundan haberi bile yok, arkadaşlar. Sorsanız, çoğu, kullandığı aracın bile fiyatını bilmez, hatırlamaz. Elbette, her toplumda zorluklar, sorunlar, mücadeleler olur, herkes stres, sıkıntı yaşayabilir; fakat Özgür Hoca’nın da dediği gibi asıl soru, bizden kaç tık ya da kaç kat daha farklı olduğu; işte o ölçüsü önemli.

Tabi bir de bu ekonomik rahatlığın hayatın her alanına yansıyan etkileri var. Onun karşılaştırması ayrı bir konu ancak şunu söylemeliyim: Geri kalmış toplumlarda insanlar nasıl hayatı birbirlerine zorlaştırıyor, adeta cehenneme çeviriyorlar ise, emin olun, uygar toplumlarda da insanlar aynı şekilde yaşamı birbirleri için kolaylaştırıyor, adeta cennete çevirmeye çalışıyorlar. Fark bu. Ah bir uyanabilsek ve neler uğruna neleri kaybettiğimizi fark edebilsek.

Bizden daha uygar ve daha mutlu yaşayanları inkâr etmekle, ‘ama onların da şu, şu problemleri var’ demekle, onları kötülemekle durum değişmiyor. Nihayetinde onlar refah içinde yaşamaya devam ediyor, biz ise refah hakkında konuşmaya.

Yeni yazılarda görüşünceye dek,”öğrenmeye devam edin.”

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz