Sosyal / Kültürel

Altın Kural: Sana Nasıl Davranılmasını İstiyorsan, Sen De Başkalarına Öyle Davran

Ziya Yurttaş

Altın kuralı biliyor musunuz? “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran.” Bu kuralı üniversite yıllarımda bende çok özel bir yeri olan Hocam Ziya Yurttaş’tan öğrenmiştim.

Ziya Hocanın gönüllü olarak verdiği derslere İngilizce öğrenmeye hevesli bir grup akademisyenle birlikte beni de davet etmesi motivasyonumu artırmıştı. Derslerden birinde bir gramer yapısını anlatırken kullanmıştı bu ifadeyi:

Treat others as you would like to be treared.”

İçeriği kadar unutulamayacak derecede güzel de bir adı vardı: “Golden rule” (Altın kural).

80’li yıllarda Atatürk Üniversitesinde öğrenciyken tanımıştım Ziya Yurttaş hocamızı. Amerika’da doktorasını tamamlayarak dönen birkaç akademisyenden biriydi. Tarımsal Yayım dersini verirken bize yeni ufuklar açmaya gösterdiği özenle dikkatimi çekmişti. Birçok yönüyle seçkin bir insandı. Yenilikçiydi. Teknik ve mesleki bilgiler yanı sıra insani yanımızın gelişimine özellikle önem veren bir yaklaşımı vardı. O nedenle, bir yabancı dili öğrenmemizi sağladığı kadar her öğrendiğimizle bize aynı zamanda önemli bir mesaj da veriyor, yeni bakış açıları kazanmamızı sağlıyordu. İngilizce öğrenme isteğimize karşılık bu desteği vermesi bile bizim için başlı başına yeni dünyalara açılma eylemiydi.

Altın kuralı öğrenmemin benim yaşamımda önemli bir yeri var. Fakültenin üst katlarındaki sınıfta öğlenden sonraları dersin başlamasını beklerken oturduğumuz kolçaklı sandalyeler… Ve Ziya Hocanın her derste kendi gözlerindeki gibi bizim yüzümüzde yarattığı ışıltıyı hiç unutmadım.

Altın kuralla kendi davranışlarımla ilgili yaptığım sorgulamalara bir yanıt bulmuş ve aynı zamanda yalnız olmadığımı anlamıştım.

Sessiz ve derin bir üzüntü

Geçtiğimiz Mart ayında (2022) Ziya Hocamı kaybettik. Ailesi ve yakınları yanı sıra onu tanıyan, seven, ülkemizin, hatta dünyanın her bir yanına dağılmış benim gibi sayısız öğrencisi hayli sessiz ve çok derin bir üzüntü yaşadık. Onu her anışımız veya anımsayışımızda acımızın hâlâ tazeliğini koruduğunu hissediyoruz. Dokunduğu her insanın yaşamında izler bırakmış, öylesine dolu, öylesine ışık saçan bir çınarın bu kadar sessiz sedasız geçip gitmesi ifade edemediğimiz bir başka üzüntümüz. Ülkemiz, ulusumuz, toplumumuz, hemen herkes için o kadar büyük bir kayıp ki onu tanıyanların dışında kimseye bunu anlatmak artık belki de hiç mümkün olmayacak.

Ziya Hoca, her işinde olduğu gibi dünyadan ayrılışını da bilinçli bir şekilde yaşadı. Rahatsızlığını ve durumunu sevenleriyle adım adım paylaştı.

Erzurum, Palandöken ve Atatürk Üniversitesi sevdalısı

Hocalarımızın, akademide kalanlar dışındaki öğrencileriyle iletişimini okul sonrasında da sürdüreceğine öğrencilik yıllarımda pek ihtimal vermemiştim, ancak ilerleyen yıllarda Ziya Hocayla iletişimimiz kesilmedi. Ona karşı ne hissettiğimizi kendiliğinden anlayan ve her birimize ona göre davranan bir insandı. Belki de bana öyle hissettirmişti. Bir Erzurum, Palandöken ve Atatürk Üniversitesi sevdalısıydı. İngilizce ve kayak tutkumuz yanı sıra Ziya Hocayla pek çok başka ortak yönümüz olduğunu da zaman içinde fark ettim. Örneğin, yıllar sonra bir sohbetimiz sırasında doğum günümüzün de aynı olduğunu öğrenmiştim: 20 Ocak.

Ziya Hocayı diğerlerinden ayıran dikkat çekici bir özelliği, ele aldığı her işin yalnızca tekniğini bilmekle yetinmeyip, felsefesini de kavrayıp aktarmaya çalışan bir anlayışa sahip oluşuydu. PhD (Doctor of Philosophy), yani doktora da zaten bunu gerektiriyordu. Doğu Anadolu’nun bir köyünde doğup büyüyüp Amerika’da akademik çevrelerde tanınacak kadar geniş bir yelpazede tanımıştı yaşamı, dünyayı ve insanları. Sürekli umut saçan ve her sorunun çözüleceğine inandıran bir aurası vardı. Bir konu üzerine eğilirken, insan olarak sahip olduklarımıza karşı duyduğu şükranı ve güveni yüzünde görebilirdiniz. Olumsuzluklara şaşırmaz, hatta mizahla karşılık verirdi. Sınıf arkadaşımız ve sonradan asistanı olan Fahri, Amerika’da öğrenim gördüğü sırada Türkiye’deki işlemleriyle ilgili yaşadığı sorunlarını aktardığında Ziya Hocanın verdiği yanıt onun bu yönüne iyi bir örnek niteliğinde: “Burada işlerin yolunda gitmemesini sorun etme, buna endişelenmene gerek yok,” demişti Hoca. “Eğer burada işler hep yolunda giderse, işte o zaman endişelen.”

Ülke meseleleri

Ziya Hoca, ülke ve insanlık meselelerine çok ilgiliydi. Türkiye adına Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) gibi organizasyonlarla birçok çalışma yürüttü. 2011’de Erzurum’da yapılan Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için 2006’da Dolmabahçe Sarayında Uluslararası Üniversite Sporları Federasyonu (FISU) Başkanı George E. Killian’ı Başbakan R. Tayyip Erdoğan’a takdim eden kişinin o olduğunu pek kimse bilmez, örneğin.

İyilik ve kötülükle ilgili analizleri ile insanın tabiatını çan eğrisine göre açıklayışı eminim birçok öğrencisinin hep aklında. Güçlü sağ duyu sahibiydi; objektif kalmaya özen gösteriyordu. Hiçbir zaman partizan olmadı. Bir sosyal medya mesajında son yıllarda yaşadığımız sıkıntıların nedenini aktardığı şu sözlerine burada da yer vermek istiyorum:

“Ülkemizin en büyük sorunu demokratik kuralları benimseyememiş, özümseyememiş ve uygulayamamış olmamızdır. Diğer sorunlar, bu en büyük sorunun türevleridir. Demokrasi ile yönetilen tüm ülkelerin halkları huzur ve refah içerisinde iken, diğer ülkelerde büyük bir huzursuzluk ve derin bir sefalet hakimdir.”

Eğitimini verdiği birçok konuda yaptığı gibi temel demokratik ilkeleri de formüle ederek A.Ş.K.I.H. şeklinde 5 başlıkta özetliyordu: Adalet, Şeffaflık, Katılımcılık, İnsan hakları ve özgürlüklerine saygı ve Hesap verebilirlik.

Unutamadığım bir müjde

Ziya Hocayla unutmadığım anılardan biri şöyle:

Son sınıfta 2. döneme geldiğimde hiç hesapta olmayan bir sorunla karşılaşmıştım. Mezun olabilmek için o dönem almam gereken derslerin toplam kredisi 30 saati buluyordu. Ancak ders kayıtları sırasında YÖK kararına göre Ziraat Fakültelerinde bir dönemde en çok 29 kredi ders alınabileceğini öğrendim. Bu durumda haftada 1 saat daha ders alamayacağım için boşu boşuna ertesi yılı beklemem gerekecekti. Hesapsız bir karar yüzünden bir yıl kaybetmeye sessiz kalamadım. Ziya Hocayla görüştüm ve hemen YÖK’e bu durumu anlatan bir dilekçe yazdım. Dilekçemde Tıp Fakültelerinde 32 kredi ders alınabildiğine, dolayısıyla yapılan bu sınırlamanın objektif olmadığına ve benim gibi öğrencilerin sene kaybına neden olacağına değindim. Daktilosunda yazarken babamdan dilekçemi aynı anda farklı yerlere gönderebileceğimi de öğrendim ve gereği için YÖK’e, bilgi için Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Bülent Ulusu’ya diye de ekleyerek 3 suret postaladım. Meraklı bekleyişim başladı. Derken sanırım iki hafta kadar bir süre geçmişti ki, bir öğlenden sonra Rektörlüğün talimatıyla fakültemizde bir kurul toplantısı yapıldığını öğrendim. Haberi alır almaz toplantı odasının hemen önünde beklemeye başladım. Her nasılsa (büyük olasılıkla bizim fakültede yapıldığından dolayı) toplantıda YÖK’e ilettiğim konunun ele alınacağını hissediyordum. Bir süre sonra, duvardaki panoya göz gezdirirken bir anda yan tarafımdaki kapıdan ilk çıkanın Ziya Hoca olduğunu fark ettim. Arkamdan hızla geçerken parmaklarını elimdeki kitaba tıklattı ve sanırım toplantı kurallarından dolayı kimseye duyurmamaya çalışarak “Senin konuyu görüştük” diye fısıldadı. Yüzündeki gülümseme olumlu sonucun müjdesini veriyordu.

O gün, sonradan aynı durumda olduğunu öğrendiğim sayıları yirmiye yaklaşan dönem arkadaşımla birlikte önemli bir kayba uğramaktan kurtulmuştuk.

Aynı yıl ilk yurt dışı deneyimimi de Uluslararası Teknik Stajyer Öğrenci Değişimi Birliği (IAESTE) aracılığıyla, üniversitemizde temsilciliğini yapan Ziya Hocanın yönlendirmesiyle yaşamıştım. Bunun için koşullar gereği yaptığı İngilizce sınavından 20 üzerinden 19 ile en yüksek puanı alıp emeklerini boşa çıkarmadığım için de gururluydum.

Altın kural

Ziya Hocanın aramızdan ayrılışından kısa süre önce bende iz bırakan bir başka anısı da Amerika’daki gururumuz kardeşim Bahri’nin bir Facebook mesajına bıraktığı yanıt oldu. Bizim yaşamımıza dokunduğu için biz Hocaya şükran hissederken, bizim de onun yaşamına dokunduğumuzu öğrenmek, görmeye pek alışık olmadığımız onur verici bir duygu.

Mesajda şunlar yazılıydı: “Başta Baki ve Bahri Karaçay kardeşler olmak üzere birçok öğrencimin beyanı, hayatımı boşa geçirmediğime inanmama vesile olmaktadır. Bu inanç bana huzur ve güç vermektedir. Sizlere teşekkür ederim. Bahtiyar olun.”

Altın kural burada da işlemiş ve bir başka yönüyle de kendini göstermişti: “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de başkalarına öyle davran.”

Ziya Hoca bizim gibi eminim yüzlerce, belki binlerce öğrencisinin yaşamına dokundu. Bu yazım, onun hatırasına hazırlanacak bir kitapta yer alacak. Kitaba katkı verecek arkadaşların kaleminden dökülecek, Hocanın ülkemize ve dünyaya kazandırdığı değerleri okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.

Onu hep bu yazı görselindeki gibi her karşılaşmamızda —özellikle Palandökenin bol karlı ve güneşli pistlerinde— yüzünde gördüğüm içten gülümsemesiyle anımsıyorum. İnsanlığıyla ve bilgisiyle binlerce insanın yoluna ışık tutan, tanıyan herkesin yüreğinde yer edinen, hep saygı ve şükranla anacağım koca bir çınar. Derin izler ve eserler bırakarak geçti bu dünyadan. Nur içinde yatsın.

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz