Sosyal / Kültürel

Hoş Geldin 100. Yıl 2023 — Yeni Ufuklara Açılma Zamanı

Yazı görselinde yerküremizin belki de en ünlü fotoğraflarından birini görüyorsunuz. 54 yıl önce, 1968 Noel arifesinde Dünyanın 386 bin km uzağındayken Apollo 8 mürettebatı tarafından çekilmiş (Credit: NASA/Bill Anders). Gezegenimize biraz uzaktan bakmak ve yeni yılda yeni ufuklara açılmak için ilham verici olabileceğini düşünüyorum.

Yeni yıla yalnızca günler kaldı ve size şimdiden sağlık ve mutlulukla dolu bir 2023 dilerim. Yüzünüzden gülümseme, gönlünüzden sevgi, dünyanızdan iyilikler eksik olmasın.

Önceki yeni yıl yazılarımda sürekli öneminden bahsettiğim “daha iyiye” ve olumluya odaklanma konusunu bu yazıda bir adım daha ileriye taşıyalım: Zira şimdi kutlama ve yeni ufuklara açılma zamanı. (Daha sonraki yazılarda bu yöndeki adımların ne tür somut gelişmelere doğru yol almamızı sağladığı konusu üzerinde duracağım.)


Mesleki ve kişisel gelişimini önemseyen sevdiklerinize güzel bir yeni yıl hediyesi önerisi: Cumhuriyetimizin 98. yılına ithaf ettiğim ve 29 Ekim’de baskıya giren kitabımda 25 yılı aşkın süre projelerle geçen çalışma yaşamımda öğrenip, deneyip biriktirdiklerimi aktarıyorum.

—Baki Karaçay

Online Satış Noktaları

Avrupa Birliği Projeleri Kitap Baki Karaçay

100. yıl için hazır mısınız?

70’li yıllarda Barış Manço’nun aynı adlı albümle çıkardığı “2023” adlı şarkısını dinlediğimizde önümüzde bugünlere asırlar var gibi geliyordu. Cumhuriyetimizin 100. yılına yazılmış destansı dizelere sahip “Kayaların Oğlu” şarkısıyla birlikte bu heyecan verici iki senfonik eseri o günlerde ya radyodan duyabiliyor ya da plak ve teyp kasetlerinden dinleyebiliyorduk. “1923’ün ılık bir Ekim sabahında kayaların toprağa dikine saplandığı yerde doğdum” diye başlayan şarkının sözleri, içimize engin bir coşku salarcasına “Ve sen kayaların oğlu” diyordu, “Bu taşı toprağı bir arada tutacaksın”…

80’lerde siyah beyaz televizyonlar evlerimizin baş köşesinde yerini almaya yeni başlamıştı. Henüz ne bilgisayarlar vardı, ne İnternet, ne de cep telefonları. Uzay Yolu dizisindeki Kaptan James Kirk ve Mr. Spock’ın Atılgan gemisinde sürekli geçtikleri —kendiliğinden açılıp kapanan— kapılar bile henüz bir hayaldi; bırakın görüntülü görüşmeler yapmayı veya Güneş Sisteminin dışında yeni dünyalar keşfetmeyi.

Baş döndürücü bir hızla geçen 90’lardan sonra yüzyıllar boyunca merakla beklenen yeni milenyumun eşiğine geldik. Hayal veya imkansız gibi görünen ne varsa dijital teknolojiyle bir bir giriyordu yaşamımıza. Bir yandan 2 binli yıllara girişimizi kutlarken diğer yandan da ürkütücü ahir zaman ve dünyanın sonu kehanetleri alıp başını gitmişti. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Göz açıp kapayıncaya kadar yıl oldu 2023.

Şimdi Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlama zamanı. Bu konuda yıl boyunca çok şey yazılıp çizilecek. Umarım böyle bir cennet vatana sahip oluşumuzun ve bağımsızlığımızın değerini daha iyi anlayacak ve onu daha güçlü koruyacağız. Ve daha iyi günler için daha çok çalışacağız. Bununla birlikte bir süre sonra eminim 2023’ün ötesini daha çok merak etmeye başlayacağız.

Birçoğumuzda şimdiden en çok merak uyandıran konulardan biri bu: İnsan soyu nereye doğru evriliyor? Bununla ilgili çeşitli teoriler var. Gelin biz de şimdi bu konu üzerine kısa bir gezintiye çıkalım.

Apollo 8’den 54 yıl sonra bu kez mürettebatsız olarak ve yedi aylık yolculukla Mars’a ulaşan Perseverance isimli uzay aracının bu yılın Noel günü (24 Aralık 2022) gönderdiği fotoğraf. Büyük olasılıkla yakın gelecekte bu gezegenin yeni görüntülerini oraya ayak basan ilk insanlar Dünyamıza gönderecek.(Photo credit: NASA/JPL-Caltech/ASU/Paul Byrne)

İnsan soyu nereye doğru evriliyor?

2008 yılında ziyaretçi araştırmacı olarak Kuzey Karolina Devlet Üniversitesinde (ABD) bulunduğum sırada ufuk açıcı bir tartışmaya tanık olmuştum. Fosil yakıtların verdiği zararlardan ve petrolsüz dünyadan bahsediyorduk. Sürdürülebilir tarım üzerine görüşlerini aktaran bölüm profesörlerinden Paul, fosil yakıtlara bu kadar bağımlı bir dünya geliştirmekle hata mı yapmıştık diye sesli sorguluyordu.

İlk duyduğumuzda, Dünyayı bugünkü durumuna getirmekten bahseden garip bir sorgulama. Oysa bunu düşünmek ufuk açıcı. Çünkü gözümüzü ucuz fosil yakıtlardan elde ettiğimiz enerji ile çalışan bir dünya düzenine açıyoruz. Gittikçe yükselen ve çoğalan gökdelenlerle dolu şehir merkezleri, onları birbirine bağlayan asfalt yollar, bir limandan diğerine durmak bilmeksizin akan otomobiller, gemiler, uçaklar ve dahası. Her gün biraz daha kalabalıklaşan ve artan hareketlilikle karmaşıklaşan bir yaşam. İnternet ve son derece gelişmiş teknolojik cihazların sağladığı imkanlar var elimizde. Bunların olmadığı bir dünyayı hayal etmemiz artık çok zor. Ve genellikle bunların çoğunu, hiçbir karşılık ödemeden doğadan elde ettiğimiz, yerküreyi oyarak çıkardığımız ucuz enerjiye borçlu olduğumuzu unutuyoruz.

Unuttuğumuz asıl önemli şey ise yaşamın doğal akışında gerçekleşiyor diye algıladığımız tüm bu gelişmelerin aslında insanlık olarak yaptığımız seçimlerimizle, adım adım kendimizin yarattığı bir düzen olduğu. (Örneğin, kısa bir araştırmayla, petrolsüz günlere yaklaştıkça yeniden dönülen “elektrikli” otomobillerin ilk kez 1800’lü yıllarda ortaya çıktığını, 1900’lerin başında yaygınlaştığını öğrenebilirsiniz.)

Kendi yarattığımız düzen

Geçtiğimiz günlerde Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un haberlerde yer alan sözleri sanırım sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Elon Musk’tan sonraki dünyanın ikinci en zengin insanı olan Bezos, ABD’nin uzay politikası hakkındaki bir toplantıda konuşurken, yakın bir gelecekte insanların uzayda doğacağını, havada gezinen kapsüllerde ve yüzen dev silindirlerde yaşamlarını sürdüreceklerini öne sürüyordu.

Bunu düşündüğümde ürkütücü bir manzara canlandı gözümde. Bezos’a göre insanlar bu kolonilerden bugün Yellowstone Ulusal Parkı’nı ziyaret ettiğimiz gibi Dünya’ya gelecek ve böylece yeryüzüne ayak basmayı deneyimleyeceklerdi.

Hayal etmesi bile zor. İnsan soyu bu kadar doğasından uzak, bağımlı ve muhtaç bir hale gelebilir miydi?

Bu sorunun yanıtını düşünürken önce şunu anımsadım: Elon Musk’ın Mars’ta yerleşim alanları yaratmaya çalışmasını da ilk duyduğumuzda çoğumuz garipsemiştik. Ama bunun için atılan adımlar, gösterilen çabalar artık bir bir sonuç veriyordu.

Başlangıçta sıra dışı veya imkansız gibi görünen birçok gelişme bir süre sonra yaşamımızın parçası haline geliyor. Sonuçta bu gelişmelere uyum sağlamak için yeni ihtiyaçlarımız ortaya çıkıyor.

Temel ihtiyaçlarımızın çok ötesi

Geleceği anlayabilmek için şimdi biraz daha geçmişimize doğru gidelim. Bunu yaparken şunu düşünelim: Bugün bulunduğumuz konumda yaşamımızı sürdürebilmek ve bu yaşam düzenine uyum sağlayabilmek için yapmak zorunda olduğumuz şeylerin gerçekte ne kadarı doğrudan doğal ihtiyaçlarımız?

Örneğin, bundan yüz yıl önce Anadolu’nun kırsalında yaşayan birine denseydi ki yakın gelecekte belki torunlarınız kendi ekmeklerini pişiremeyecek, yiyeceklerini yetiştiremeyecek, kendi giyeceklerini dokuyup dikemeyecek, kendi barınaklarını inşa edemeyecekler ve bütün bunlar için bugün hiç var olmayan şeylere muhtaç olacaklar, buna ne kadar inanılırdı? Kimse inanmak istemezdi veya en azından çok garip gelirdi. Gerçekten de bugün bildiğimiz ve yerine getirdiğimiz işlevlerin neredeyse hiçbirisi doğrudan yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılama becerisi değil. Yiyeceğimizin, giysilerimizin, barınağımızın, hatta suyumuzun bile hazır gelmesini bekliyoruz. Ve bunlar için hiç de doğal ihtiyacımız olmayan bir sürü yeni ve başka beceriler edinmiş durumdayız. (Örneğin, şu anda ne yaptığımıza bakın. :)

Biraz daha geçmişe doğru gidelim ve birkaç bin yıl önce yaşayan insanlara birbirleriyle haberleşmek için “yazı” diye bir araca muhtaç olacaklarının söylendiğini düşünelim. Nasıl karşılanırdı?

Daha geriye gidelim ve insanların birbirlerini anlamaları, birbirleriyle iletişim kurabilmeleri için ortak bir “lisana” ihtiyaç duyacakları ortaya atılsaydı? İşaretle anlaşan ve henüz sözcüklere gerek duymayan topluluklar için büyük olasılıkla garip bir durum gibi görünecekti bu da.

Her konuda bu şekilde geçmişimizin derinliklerine doğru düşünsel bir yolculuk yapmak mümkün. Adım adım giderek belki de Marlin Morgan’ın “Bir Çift Yürek” adlı kitabında kendilerini “gerçek insanlar” olarak tanımlayan Avustralya yerlileri Aborjinlerin yaşam biçimine kadar gidebiliriz. :)

Düşünsel bir yolculuk

Ne yazının, ne lisanların henüz olmadığı çağlarda yaşayan atalarımızın gözünde bugün ne kadar farklı bir yaşam düzeninin kıskacında olduğumuzu düşünebiliyor musunuz? O günlerin algısına göre bizler de bugün adeta kapsüllerde yaşıyor gibi, doğallıktan uzak, tuhaf şeylere bağımlı ve muhtaç bir durumdayız.

Sözü uzatmaya gerek yok sanırım. “Gelişiyoruz” derken aslında temelde yalnızca yaşam düzenimiz dönüşüyor. Oluşan bu düzene uyum sağlamaya çalıştıkça, her geçen gün giderek eski doğasından uzaklaşan, yeniye bağımlı ve muhtaç canlılar durumuna düşmemiz kaçınılmaz hale geliyor. Bu gidişle gelecek kuşakların bu durumdan çok daha uzaklara gitmeyeceğinin bir garantisi yok. Üstelik çok çok daha hızlı bir biçimde.

Uzay tatilcileri

Bezos, “Blue Origin” adını verdiği firmasının Dünya’nın nihai kaderi değil, insanlığın başlangıç ​​noktası olduğu fikrine bir selam olduğunu belirtiyor. Daha önce de “O’Neill kolonileri” adını verdiği uzayda bitki büyümesinin sınırlarını test etme planlarını dile getirmişti. Bezos’un “Orbital Reef” adlı gelişmekte olan uzay merkezinin 2030 yılına kadar uzay tatilcilerini ağırlaması planlanıyor.

Belki şimdi sizin de aklınızdan uzayda Dünya’nın yer çekiminin nasıl yeniden yaratılabileceği gibi sorular geçiyor. Benim de geçti ve buna biraz şüpheyle bakışımı, ta 90’lı yıllarda Bill Gates’in veya Steve Jobs’ın (hangisi olduğuna tam emin değilim), ekranımız üzerinde parmaklarımızı kaydırarak görüntüyü nasıl büyütüp küçültebildiğimizi sunduğu videoyu izlediğimde hissettiğim şüpheye benzettim. O günün imkansızı çok geçmeden her günümüzün gerçeği olmuştu. (Şunun şurasında 2030’a ne kaldı? :)

Tüm bunlardan çıkan bir ders şu: Anlaşılan o ki “insan”, yalnızca dünyada yaşamaya mecbur bir canlı değil. Yani düşünselin ötesinde artık yaşamsal olarak da “dünyalı” olma zamanımız geride kalıyor. Yazı görseline şimdi yeniden bakın: Gelecekte hangi yeni zorunluluklarla karşılaşacağımızı henüz bilmiyoruz. Belki de bu yüzyıl bitmeden insanlık çok gezegenli bir uygarlığa dönüşecek. Soyumuz (en azından belki bazılarımızın torunları veya onların torunları) gerçekten de gün gelecek, “dünya” dendiğinde bir gün ayak basmak için ziyaret etmeyi umdukları, bu görseldeki gibi uzayın karanlığında mavi bir bilye gibi dolaşan, atalarının yaşadığı gezegeni anımsayacak.

Teşekkür

Yazımı bitirirken dijital platformlarda birlikte geçen yolculuğumuz ve 2022’deki tüm desteğiniz için hepinize teşekkür ederim —sağ olun, var olun! İyi insanlara olan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Kendinize iyi bakın.

Yeni yazılarda görüşünceye dek, “öğrenmeye devam edin”!

İyi seneler.

Önceki yeni yıl yazılarım

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz

1 Yorum

  • Teşekkür ederim değerli dostum. Yazınla geçmişe ve aynı zamanda da geleceğe yolculuk ettim. Seni tanımış olmaktan çok memnuniyet duyuyorum. İyi ki varsın. Yazılarının ve başarılarının devamını diliyorum. Mutlu yıllar.