Sosyal / Kültürel

Doğayla ve Hayvanlarla Olan İlişkimizi Gözden Geçirme Zamanı

Doğayla ve Hayvanlarla Olan İlişkimizi Gözden Geçirme Zamanı

Sorunlar, ancak “nedenleri” ortadan kaldırılarak çözülebilir; sonuçları değiştirilerek değil. Pandemi bir sonuç; başlayan bir enfeksiyonun önünün alınamaması. Bu yazıda, son yıllarda sıklaşan salgınların asıl nedenini görmemizi sağlayacak kısa bir analize yer verdim.

Covid-19 pandemisi birinci yılını tamamlamak üzere. Bütün insanlar son bir yılı aynı tehdit altında geçirdik. 2021’e girerken aynı felaketi, aynı ruh halini yaşamaya devam ediyor ve alışıyoruz. Her gün tüm dünyada on binden fazla kayıp haberi alıyoruz. İstemesek de, zor günlerin ve yaşanan kayıpların acısını hissetmeye karşı duyarlılığımızı biraz daha yitirdik. Eli, ayağı, kolu, kanadı olmayan, uçmaz kaçmaz bir virüsün tüm yerküreyi tutsak almasını kabullendik. Hareket edemeyen, üstelik canlı tanımına uymayan, üreme kabiliyeti bile olmayan bir virüsü el birliğiyle yaydık ve yaymaya devam ediyoruz. Süreç uzadıkça enfeksiyondan çok daha farklı kaygılarla yüzleşmeye ve virüsün kendi dışında başımıza daha büyük başka dertler açtığını görmeye başladık.

İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken sevinç ve sevgi biçemez.

—Pisagor (MÖ 6.yy.)

Almamız gereken dersler ve çıkış yolları ile ilgili pek çok şey yazıldı, konuşuldu ama nasıl büyük bir dönüşüm sürecine girdiğimizin henüz yeterince farkında değiliz. “Bu da gelir bu da geçer” diyerek her şeyin yeniden eskisi gibi olacağı yönündeki umudumuzu yitirmemeye çalışıyoruz. Oysa gelişmeler sıradan bir süreçten geçmediğimizi gösteriyor. Yalnızca Covid-19 pandemisinden dolayı değil, bu tür salgınların gittikçe sıklaştığını ve büyük bir tehdide dönüştüğünü görmemiz gerekiyor. Konuyu biraz geleceğimize biraz da yakın geçmişimize bakarak irdeleyelim şimdi.

Nereye gidiyoruz?

Geçenlerde sosyal ağlarda dolaşan, İtalyan bir doktor tarafından ne zaman kaydedildiğini bilmediğim kısa bir video izledim. “Ne basılı medya, ne televizyon, ne de politikacılar bunları size söylemeyecek” diyor ve yakın gelecek için, korku içinde izlediğimiz esaret filmlerindekine benzer dehşet verici bir tablo çiziyordu. Doktorun iddialarıyla tarif ettiği, ne yaparsak yapalım hepimizin ölüme mahkum çaresiz tutsaklar olmaktan kurtulamayacağı cehennem hayatı, bana, tüm dünyada sokağa çıkma yasaklarının başladığı günlerde attığım aşağıdaki tweet’i hatırlattı. Hayvanlara yaptığımız muamelenin bir benzerini bu kez kendimize yapmaya başlamıştık.

Her şeyi terk edip evlere kapanmak zorunda kalışımız, birçoğumuza, tutsak ettiğimiz hayvanların çektiği acıları hatırlattı. Sonrasında hiçbir zalimlik yokmuş gibi zevkle izlemekten çekinmediğimiz hayvanları. Ne yazık ki doğadan ve gerçek yaşamından ömür boyu koparılan bu hayvanların özgürlük özlemiyle çığlıklar attığı ve adına hayvanat “bahçesi” veya “parkı” gibi sevimli isimler taktığımız yerlerin hayvanlara sevgi duymak için gidilecek “eğlence yerleri” olmadığını büyük çoğunluk henüz kavrayabilmiş değil.

İtalyan doktor, doğruluğu kanıtlanmış bilgiler olmasa da videosunda anlattıklarıyla, salgınla başlayan bütün bu yaşadığımız karmaşanın yıllardan beri programlanan, dünya çapında bir nüfus kontrolü ve azaltılması operasyonu olduğunu iddia ediyordu. En korkuncu, çözüm diye geliştirilen aşıların da, bağışıklık sistemimizin zayıflatılması yoluyla nüfusun %80’ini yok etmeyi hedeflediğini söylüyordu.

Testler ve aşıların güvenilir olmadığını iddia eden doktora bakılırsa, dünyayı insanlar için gerçek bir cehenneme çevirecek günler pek yakındı. “Hedefledikleri tek bir şey var. O da testlerden pozitif sonuç çıkartıp sizi hasta olduğunuza inandırmak. Ama asıl hedef, sizi diğerleri önünde ‘tehlikeli’ olarak etiketlemek” diyor ve şöyle devam ediyordu:

“Yüz binlerce çocuk teste tabi tutulacak. Eğer çocuğunuzun testi pozitif çıkarsa bütün aile ve yakın tanıdıklar mecburi olarak test edilecek. Testi reddetmezseniz aşıya müsaade etmeme şansınız yok. Aşı yapıldıktan sonra ise hepimiz hasta olacağız. Zayıflatılmış bir vücutla ölüme gideceğiz. Aşılanan insanların çoğu bu toplumdan yok olacak. Aşı olmayanın seyahat etmesi, sinemaya gitmesi, hatta evden çıkması bile mümkün olmayacak.”

Pandemi Doğa Hayvanlar

Karanlık bir tablo

Doktor, her ne kadar “sizi tuzağa düşürmelerine fırsat vermeyin” dese de ona göre bu durum bazı Çin şehirlerinde yaşanıyordu bile. Kitle aşılamaları için tüm hazırlıklar medya ve büyük şirketlerin desteğiyle başlatılmıştı.

Bir an bütün bu karanlık tablonun tamamen gerçek olduğunu düşünün. Hangi seçimi yaparsak yapalım, bizim aklımızın ermediği işler çeviren birilerinin izlediği ve bizi ölüme götüren tuzaktan kurtulma şansımız yok. Ya ‘tehlikeli’ olarak etiketlendiğimiz için dışarıya bile çıkamadan, ya da zayıflatılmış bir vücutla ölüme gideceğiz.

Eminim şimdi aklınızdan bütün bunların doğru olup olmadığı sorusu geçiyordur. Bunun yanıtını herkes gibi ben de bilmiyorum; fakat hiçbir şeye artık bu kadarı da olmaz diyemediğimiz bir dönemden geçtiğimizi biliyoruz. Her an ölümle burun buruna gelme riskinin yaşattığı genel panik hali geçtikten sonra bu olup bitenleri daha doğru değerlendirebileceğiz sanırım.

Bu yazının asıl konusu aşı veya testler değil; ancak içine düştüğümüz bu duruma nasıl geldiğimizle doğrudan ilgili. İtalyan doktorun tarif ettiği gibi bizi ölüme götüren bir kapana kısıldığımızda nasıl hissedeceğimizi hatırlatması için bunları aktardım. Çünkü o tür korkunç bir cehennemi biz insanlar aslında uzun zamandır hayvanlara yaşatıyoruz. Çoğunu ‘tehlikeli’ olarak etiketlediğimiz hayvanlara. Bir kez ele geçirdiğimizde, hiç bir kurtuluş şansı bırakmadığımız hayvanlara. Bizimle aynı gezegen üzerinde, bizler gibi, kendi dünyalarında hayatta kalma çabası içinde olan, her gün yiyeceğini, suyunu aramakla meşgul, kendine yuva yapan, aile bağları, yavruları olan, onları besleyen, birbiriyle haberleşen, oynayıp eğlenen, hisleri, özlemleri, duyguları olduğunu görmezden geldiğimiz hayvanlara. Oysa bizden tek farkları var: Dilsiz olmaları. Daha doğrusu bizimle aynı dili konuşmayışları.

Tuzağa düşürerek, doğal ortamından koparıp tutsak ederek, canlarına kıyarak, yaşam alanlarını işgal edip yuvalarını yakıp yıkarak, yiyecek ve su kaynaklarını ellerinden alarak, hiçbir suçluluk ve pişmanlık duymadan gözü kapalı ilerliyoruz. Peki insanlık olarak bu yaptıklarımız yanımıza kâr mı kalıyor?

Hayır, hiçbir yaptığımız yanımıza kâr kalmıyor; bedelini büyük acılar yaşayarak ödüyoruz. Ancak, ne için neleri kaybettiğimizin farkına varmış değiliz.

Pandemi ve yeme alışkanlıklarımız

Tutsak etmenin veya öldürmenin ötesinde, hayvanlarla ilişkimiz konusunda dahası var. Koronavirüs ile birlikte dünyayı etkileyecek büyük bir kırılma insanların hayvanlara olan yakınlaşması ve yeme alışkanlıklarında belirginleşmeye başladı.

Pandemiyle yeme alışkanlıklarımız arasındaki bağlantıyı kurmak ilk anda biraz garip gelebilir. Çünkü yaşadıklarımızın nedenlerini yeterince sorgulayan bir kültürde yetişmedik ve genellikle sorunların doğurduğu sonuçlarla mücadele etmeyi, sorun çözmek olarak kabullenen bir algıyla yaşıyoruz. Örneğin, çözüm adına, hastalıkların nedenleri yerine, sonuçlarını ortadan kaldırmakla yetinmeye alışığız.

Salgınla mücadele de durum farklı değil. Salgın gideceği yere kadar varıp hasar vermeye başladığında, hasta insanlara yardım elini uzatarak salgınla mücadele ettiğimize inanıyoruz.

Sorunların nedenlerini görebilmek

Geçtiğimiz aydan beri Avrupa Birliği projeleri hazırlama teknikleri üzerine herkese açık olarak vermeye başladığım uzaktan eğitimlerde üzerinde durduğum, bununla da ilgili yol gösterici bir bakış açısı var.

“Sonuçlarını” değiştirerek değil, ancak “nedenlerini” ortadan kaldırarak sorunlar çözülebilir.

BakiKaracay.com

Projelerin sorun çözücü olması için temel formül şudur:

“Sonuçlarını” değiştirerek değil, ancak “nedenlerini” ortadan kaldırarak sorunlar çözülebilir.

Pandemi bir sonuç; başlayan bir enfeksiyonun önünün alınamaması. Nedeni ise, açık söylemek gerekirse, biz insanların son yüzyılda hızla değişen yeme alışkanlıklarımız. Pandeminin “yayılma” nedenlerinden bahsetmiyorum. O sonraki aşama. Başlangıcından, kaynağından bahsediyorum. Çünkü salgınların ve sürekli baş etmekle meşgul olduğumuz hastalıkların kaynağına, çıkış noktasına baktığımızda şunları görüyoruz.

Bilimsel bulgular, enfeksiyon hastalıkların dörtte üçü gibi büyük bir bölümünün hayvanlarla yakınlaşmamızdan kaynaklandığını ortaya koyuyor. Domuz gribi, kuş gribi, deli dana gibi hastalıkların adında, kaynakları açık zaten. AIDS, MERS, SARS, Covid-19 gibi virüslerin şempanze, deve, misk kedisi ve yarasa gibi hayvanlardan, tüberkülozun inek sütünden, nezlenin attan, gribin kanatlılardan insana bulaşarak başladığını biliyoruz. O nedenle, halen hemen her ülkede yasal olarak yapılması gereken muayene ve kontrollerde, sığırlarda veba, şarbon, yanıkara, tüberküloz, şap, kuduz, dizanteri, koyun ve keçilerde, uyuz, şarbon, kuduz, kanatlılarda, newcastle, kolera, tifo, difteri ve benzeri hastalıklarının mevcudiyeti aranır. Neden mi? Çünkü bunların hepsi zoonoz (zoonotik), yani hayvanlardan ve hayvansal ürünlerden insanlara bulaşan mikroorganizma veya virüslerin yarattığı hastalıklardır. (Terimin kökeni Yunanca zoon [hayvan] ve nosos [hastalık] sözcükleridir.)

Ancak risk bunlarla sınırlı değil. Aşı ve tedaviyle ne kadar önüne geçmeye çalışsak da hayvan populasyonlarında doğal ana rezervuar olarak bunlar yanı sıra milyonlarca farklı hastalık etmeninin sürekli mevcut olduğu ve herhangi bir temasla insan nüfusunun içine yayılabileceği bilinmektedir. Bu milyonlarca farklı etmenin henüz hiç birini tanımıyoruz ve insan vücuduna bulaşmaları halinde neyle karşılaşacağımız hakkında henüz hiç bir fikrimiz yok.

Bu hayvanlar gelip de aramıza karışarak bu hastalıkları bulaştırmıyorlar. Sorunumuz yeterince açık, değil mi?

Pandemi Hayvanlar ve İnsanlar

Görmezden gelmeye devam mı?

Pandemi, uzun zamandır görmediğimiz veya gözardı ettiğimiz birçok gerçeğin farkına varmamıza yardımcı oluyor. İçine düştüğümüz bu trajik durumdan dersler çıkarmamız, en azından nedenlerini sorgulamamız gerekir.

Hayvanlardan bu şekilde yararlanmakla, daha düne kadar zenginlerin lüks yemeği olan et ve benzeri hayvansal ürünlerle beslenmeyi bu kadar kolaylaştırmakla insan nesli olarak büyük bir hata mı yapıyoruz? İnsan nesli diyorum, çünkü bizden önceki nesillerin sofraları ve yeme alışkanlıkları böyle değildi ve bizimkine pek benzemiyordu. Hayvansal ürünler hiçbir zaman bu kadar bol ve kolay erişilebilir olmamıştı.

Bahçeli evlerimizi terk ederek önce kendi yiyeceğimizi yetiştirmeyi unuttuk; ardından kendi yiyeceğimizi hazırlamayı ve şimdi neyi yiyeceğimizi. Sonuçta yönlendirmelere açık hale geldik. Beslenme alışkanlıklarımızla ilgili değişimin arkasında büyük yönlendirmeler var. Örneğin süt endüstrisinin yalnızca Amerika’da insanları süt alıp içmeye ikna edebilmek için yirmi yıldan fazla süre çaba gösterdiği biliniyor. Derken, kaynakları için doğayı talan etmeye başladık. Çiftliklerde kafeslere tıktığımız hayvanları suni yollarla yavrulatıp, yavruların emmesi gereken sütü onların yerine bizler kahvaltılarımızda içer olduk… Sanayileşme, teknolojiyi kullanma, dijitalleşme gibi yaşadığımız hızlı değişimlerden sıkça bahsediyoruz ancak bunların yanında yeme alışkanlıklarımızdaki değişimden, özellikle hayvansal ürün tüketiminde yaşadığımız çılgınca artıştan ve sonuçlarından pek söz etmiyoruz.

Yalnızca son yıllarda salgın haline gelen domuz gribi, kuş gribi, deli dana, AIDS, MERS, SARS, Covid-19 ve belki daha pek çok hastalık, yaşadığımız pek çok sorun doğayla kurduğumuz ilişkiden kaynaklanıyor. Hayvanları tutsak ederek, binbir teknikle besleyip büyüterek, onları ve ürünlerini bu kadar rahatlıkla tüketmekle çok yanlış bir yolda mıyız? Gezegenimizin kaynaklarını böylesine sınır tanımadan kullanmaya gerçekten muhtaç mıyız? İnsanların hayvanlara bu şekilde ihtiyacı gerçekten var mı? Bu sorgulamaları yapıp, sonuçlar ve nedenlerini iyi analiz etmemiz gerekir.

Yeme Alışkanlıklarımız ve Salgın Hastalııklar

İçine düştüğümüz durum, milyonlarca yılda oluşmuş dengelere zarar veren yöntemleri seçmemizin doğal sonuçları. Dahası, doğayı ve hayvanları bu şekilde sınır tanımadan sömürmeye devam etmek, yeni salgın hastalıkların yayılması riskini artırıyor ve ne yazık ki hepsinde sorumluluk insana ait.

Nasıl korunacağız?

Nasıl korunabiliriz derken, maske, mesafe ve sabundan bahsetmiyorum. Yayılmasından değil, zoonoz hastalık ve yeni salgın riskinden nasıl korunabiliriz?

Kaynağını göz ardı etmediğimizde aslında yanıt çok basit: Korunmamızı gerektirecek kadar sınırları aşmayarak. Yani tehlikeyi daha en başta, çıkış noktasında yaratmayarak. Doğaya ve doğal yaşamlara müdahale etmekten uzak durarak. İnsanlar olarak bu gezegendeki yerimizi ve haddimizi bilerek. Sayısız tür ve canlıyla birlikte, üzerinde yaşadığımız bu gezegenin kısa bir süreliğine yalnızca konukları olduğumuzu anlayarak.

Son bilimsel bulgulara baktığımızda, bitkiler dünyadaki biyokütlenin yüzde 82’sini, bakteriler yüzde 13’ünü, diğer bütün canlılar yüzde 5’ini oluştururken, milyarlarca insan yalnız ve yalnızca yüzde 0,01’ini (on binde birini) oluşturuyor. Buna karşın, beslenme tercihlerimiz, yediklerimiz ve tükettiklerimiz yüzünden gezegene ekolojik etkimiz kendini inanılmaz boyutlarda gösteriyor.

Neden-sonuç ilişkilerini kurduğumuzda, yaşamın bir kuralı olarak, bugün yaşadıklarımızın, geçmişteki uygulamalarımızın, gelecekte yaşayacaklarımızın da bugünkü uygulamalarımızın sonucu olduğunu görürüz.

Hayvanların doğal yaşam alanlarını işgal ettikten veya onları hapishanelerde tutsak edip, insan yaşamının vazgeçilmezleri haline getirdikten sonra, tehlikeden korunmak için ne yaparsak yapalım, sorunun kendisiyle değil, sonuçlarıyla mücadele etmiş oluyoruz. Asıl nedeni görmezden gelmek istemiyorsak, “biz bu duruma nasıl geldik?” diye sorgulamalıyız.

Değer mi?

Çözüm yok değil elbette. Her şey insanların hayvanlara nasıl davrandığına bağlı. Veganlık ve vejetaryen beslenmeden, yalnızca dalından düşen meyve ve kuru bitkilerle beslenmeyi esas alan frutaryenliğe kadar çözümler var. Tamamen keskin sınırlar çizmeden de yapabileceklerimiz az değil. Elden geldiği kadar. Bunları bilerek kontrollü yaşamak bile bir katkı. Tehlike arttıkça farkındalık da artıyor; pek yakında hazır menülerde hayvansal ürün içermeyen seçeneklerle karşılaşmaya şaşırmayacağız.

Doğayı ve hayvanları korumanın, aslında insanları korumak olduğunu görmeye başlamamız en etkili çözüm.

BakiKaracay.com

Doğayı ve hayvanları korumanın, aslında insanları korumak olduğunu görmeye başlamamız en etkili çözüm. Bu bilinç, birçok alışkanlığımızı yeniden yapılandıracak. Bu süreçten aldığımız derslere paralel olarak, diyet değişikliklerinin ve farklı beslenme yöntemlerinin giderek yaygınlaştığını göreceğiz. Özellikle Amerika ve Avrupa’da kapanan hayvancılık endüstrisi tesisleri ile salgının ekonomiler üzerinde yarattığı baskı arttıkça, hayvansal gıdalar ya da hayvansal malzemeler için geleceğimizi bu kadar tehlikeye atmaya değer mi diye tartışmaya başlayacağız.

Peki ya ders alıp gerekli dönüşümü başaramazsak?

Ürkütücü ancak, doğaya ve hayvanlara karşı davranışlarımızı gözden geçirip alışkanlıklarımızı değiştirmediğimiz sürece, hareketliliğin bu kadar arttığı bir dünyada tehlikenin sona ermesi imkânsız; biri gitse bile yeni salgınlar yaşamaya devam edeceğiz. Hayvanlarla mesafemizi korumayı öğrenemezsek, insanlarla sosyal mesafeyi koruyarak yaşamayı öğreneceğiz. Sonuçta, hayvanları tutsak edip sömürmekten uzak durmamanın cezasını, birbirimizden uzak duracağımız bir yaşam tarzına tutsak olarak ödeyeceğiz.

Uzun sözün kısası, doğayı ve hayvanları korumadıkça, kendimizi koruyamayacağız.

Siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı aşağıdaki kutuya yazabilir, yazıyı çevrenizle paylaşabilirsiniz.

Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz, aşağıdaki bağlantılardan yararlanabilirsiniz.

Yeni yazılarda görüşünceye dek, “öğrenmeye devam edin.”

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz

3 yorum

  • Kıymetli paylaşımlar, okuduklarım ve dönüp okuyacaklarım var! Hemfikir olduğum bilgi ve aydınlatıcı yazılarınız umarım kitlelere ulaşır, yararlarını birlikte görürüz. Margaret olmayı severken, doğa, hayvan, insan ve ekolojik döngü, beslenme ilişkisinde de doğru ilişkiyi yakalamak; iletişimi doğru sağlamak ilkemiz olsun.
    Teşekkürler! Var olunuz 😊