Gezi / Doğa Sosyal / Kültürel

Doğal Hazinelerimize Karşı Vatanseverlik Borcumuz

Doğal Hazinelerimize Karşı Vatanseverlik Borcumuz

Doğal hazinelerimizi birer kazanç kapısı olarak görme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Kültür ve turizm, doğal hazinelerimizi birer kazanç aracına dönüştürüp onlara zarar verme pahasına kullanarak değil, ancak onları en iyi şekilde koruyarak geliştirilir. Vatanseverlik borcumuzdur bu.

Doğal hazinelerimize nasıl bakmamız gerektiği konusu üzerinde daha önceki birkaç yazımda durmuştum, ancak her gün içler acısı görüntülere ve yaptıkları savunmayla hâlâ da yaptığının doğru olduğunu sananların çokluğunu görünce yeni bir yazıda konuyu daha genişçe vurgulama ihtiyacı hissettim. Umarım yazdıklarım düşündürür ve “doğal hazinelerimize / tabiat varlıklarımıza” dair yeni bir bakış açısı geliştirmemizde yardımcı olur.

Bir konuda iyileşme elde etmek için, prensip olarak yalnızca sorunları ve yanlışları dile getirmekle yetinmeyip, çözümleri ve doğrunun ne olduğunun bilgisini de vermeliyiz. Lütfen siz de bu konuda çevrenizi, ulaşabildiklerinizi bilgilendirin. Kınamadan, yermeden, doğru davranışın ve tutumun nasıl olması gerektiğini anlatın, açıklayın. Özellikle “emanet” sözcüğünü vurgulayın ve aşağıda üzerinde duracağım emanet bilincini aşılayın.

Bu yazıda gelmek istediğim noktayı baştan söyleyeyim: Doğal hazinelerimizi / tabiat varlıklarımızı korumak zorundayız ve bunun için onları birer kazanç kapısı olarak görme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Kültür ve turizm, doğal varlıklarımızı kullanarak ve onlara zarar vererek değil, ancak onları koruyarak geliştirilebilir. Bu doğa harikalarını çok severek kullandığımız (ve eskittiğimiz) giysilerimiz gibi değil, bize “emanet” edilmiş değerli birer “mücevher” gibi (ilk günkü doğal ışıltısıyla) korumalıyız. Üzerinde yaşadığımız cennet yurdumuza vatanseverlik borcumuzdur bu.

Doğal Hazinelerimiz
Mother Nature by Baki Karaçay on 500px.com

Doğal hazinelerimiz

İnsanın yazması için, içinde susturamadığı bir ses olması gerekiyor. Daha iyiyi ve doğruyu görüp bilmek, o sesi daha susturulamaz hale getiriyor.

Fırsat bulduğum her platformda doğal hazinelerimizi koruma sorumluluğumuzun altını çizmek istiyorum. Bu savurganlığa çok geç olmadan bir son vermemiz lazım. “Sonbahar Fotoğrafları İçin Antalya Yöresinin 6 Gözde Adresi” başlıklı sayfadan dinleyebileceğiniz radyo söyleşimizde de değindiğim bu konuya, daha önceki “Kurşunlu Şelalesi: Antalya’da Saklı Bir Cennet” başlıklı yazımda da dikkat çekmeye çalışmıştım.

Önce “doğal hazinelerimizin” tanımını yaparak başlayalım.

Hava, su, toprak, bitki örtüsü ve madenler gibi “doğal kaynaklar” ötesinde, benzeri nadir bulunan, bozulduğunda eski haline dönüştürülmesi, kaybedildiğinde yerine başka bir şeyin konması mümkün olmayan, doğal güzelliğiyle ve taşıdığı özelliklerle görenleri etkileyen tabiat varlıklarına “doğal hazinelerimiz” diyoruz. Üzerinde yaşadığımız bu topraklardaki göller, kumsallar, koylar, yaylalar, şelalelerden, yaban hayvanlarına kadar canlı, cansız bu tarife uyan her şey girer bu kapsama.

Doğal kaynaklar, ihtiyacımızı giderirken “sürdürülebilirliğinin” sağlanması yoluyla korunur. Örneğin, tarım topraklarının tekrar tekrar kullanılabilecek şekilde varlığının devam ettirilmesi, korunmasıdır.

Ancak doğal hazinelerimiz, kullanımından söz edemeyeceğimiz, değişimi doğal haliyle devam eden, koruyup kollamak dışında insanların etkisi olmaması gereken doğa harikalarıdır.

Doğal hazinelerimizin korunması

Doğal kaynakların korunması konusunda zaman geçtikçe bilinçlenme düzeyinin arttığını söyleyebiliriz, fakat bunun gerisinde sorunların had safhaya gelmiş olduğunu da görmeliyiz. Konu sık sık yerel ve küresel ölçekte tartışılıyor, ancak bu bilinçlenmenin yerleşmesi için gerekli koşul, yerel ve toplumsal, özellikle de yönetsel düzeyde doğaya bakışımızda bir dönüşümün yaşanmasıdır.

Doğaya karşı tutumumuzda ciddi bir dönüşüm yaşamamız zorunlu. Açık söylemek gerekirse, bu dönüşüm için daha anlayışlı ve geniş düşünceli olmayı ve yeri geldiğinde kendimize dur demeyi başarmamız gerekiyor.

Bu konuda ilk önce, kabul etmemiz gereken temel bir gerçeği anlamalıyız: Dünya yalnızca bize ve yaşadığımız bu ülke de yalnızca bizim neslimize ait değil!

Dünyanın yalnızca konuklarıyız

Diğer canlıların içecekleri suları kurutuyor, yuva yapabilecekleri ağaçları kesiyor, yaban yaşamı yok ediyor, doğayı hoyratça tahrip ediyoruz. Tüm bu had bilmezliğin gerisinde ne yazık ki dünyanın yalnızca veya öncelikle insanlara ait olduğu şeklindeki dogmatik yanılgımız yatıyor.

Dünya insanlara ait değil; bizler kısa bir süreliğine bu gezegenin yalnızca konuklarıyız. Diğer canlılar insanın kullanımı ve tüketimi için var değil ve insanın dünyadaki hakkı bir başka canlıdan daha fazla değil.

Dev bir organizma olan Dünyadaki yaşam, küresel ölçekte bir düzen sayesinde devam etmektedir. Canlılar ile onları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile oluşan ve süreklilik arz eden bu düzene “ekosistem” diyoruz. Yerküre, kendi başına büyük bir ekosistemdir. Var olan her şeyin bu ekosistemde yerine getirdiği bir rolü söz konusudur ve tüm yaşamlar birbirine bağlıdır.

Doğal Hazinelerimiz
Waterfall by Baki Karaçay on 500px.com

Bir göl de, bir şelale veya bir orman da kendi düzeninde yaşayan bir ekosistemdir. Doğa, bu varlıklara şekil verirken sayısız neden-sonuç ilişkisi ile milyonlarca yılda o sonuca varmıştır. Oldukça korunmuş bir ekosisteme sahip doğal hazinelerimiz, özellikle biyolojik çeşitlilik (biyoçeşitlilik) açısından uzun süredir bozulmadan varlıklarını sürdürmektedirler. Bizden sonra varlıklarını sürdürebilmeleri de yalnızca ve yalnızca bizim onlara nasıl davrandığımıza bağlı. Olabilecek her bir kayıp, ekosistemin işlevini kaybetmesi demektir.

Dünyanın yalnızca insanlara ait olmadığını lafla dile getirsek de davranışlarımız çoğu zaman hiç de bunun farkında olduğumuzu göstermiyor. Bu gerçeğin en çarpıcı şekilde farkına varanlar, genellikle gezegenimizde, gözlerden uzakta kendi kurulu düzenleriyle yaşayan bir canlı grubuyla karşılaşanlardır. Böyle bir karşılaşmanın verdiği heyecanı yalnızca tadanlar bilir. İnsan dışında bir canlıyla iletişim kurabildiğimizde, onu anladığımızda, zekâmız, yüreğimiz ve merhametimiz güçlenir, dünyaya ve yaşama bakışımız tümüyle değişir.

Ekosistemin ne olduğunu anlamak, doğayı koruma bilincimizin gelişmesi yönünde güçlü bir adımdır. Böylece, dünyanın yalnızca insanlara ait olmadığını ve canlı veya cansız zarar verdiğimiz her bir şeyle aslında her şeye zarar verdiğimizi ve sonuçta kendi bindiğimiz dalı kestiğimizin farkına varmamız kolaylaşır. Bunun farkında olarak, şimdi doğrudan doğal hazinelerimize nasıl bakmalıyız konusuna gelebiliriz.

Doğal hazinelerimize nasıl bakmalıyız

Sahip olduğumuz doğa harikalarına zarar verici olmamak için nasıl bir bakış açısına sahip olmalı, nasıl bir zekâ geliştirmeliyiz?

Bunun için şunu düşünmemiz yeterli: Bizden önceki kuşaklar doğal hazinelerimize bizim bugün davrandığımız gibi davransalardı, o doğa harikalarını biz ne durumda bulurduk?

Bunu hesaba kattığımızda, bugünkü uygulamalarımızın birçoğundan hemen vazgeçmemiz gerektiğini fark ederiz.

brown rock mountain under calm blue sky
Photo by Shvets Anna on Pexels.com

Sorunları çözmek için sonuçların değil, o sonuçları üreten nedenlerin ortadan kaldırılması gerekir. Bu doğrultuda düşündüğümüzde görürüz ki doğanın bize karşılıksız sunduğu bu hazineleri öncelikle birer kazanç kapısı olarak görmekten tamamen vazgeçmeliyiz.

Günümüzde her şey ekonomi diyebilirsiniz, ancak sahip olduğumuz doğa harikaları, asla ve asla birer kazanç kapısı olarak görülmemelidir. Çünkü bu harika varlıklar birer tüketim aracı değildir. Bu varlıkların özelliği kaybedildiğinde bir daha yenilenmiyor oluşlarıdır; yerlerine yenisi konamıyor. Ve onlar bize ait değiller; yalnızca bize“emanet” edilmiş varlıklar. Dolayısıyla bedelsizdirler.

Doğa harikalarına, çok severek kullandığımız ve eskittiğimiz giysilerimiz gibi değil, bize emanet edilmiş değerli birer mücevher gibi yaklaşmalıyız. Özenle ve sakınarak, her zaman ilk günkü ışıltısını koruyacak şekilde.

BakiKaracay.com

Şunu demek istiyorum: Doğal yaşamı korumak beraberinde, bizim dışımızdakilerin ve bizden sonraki, henüz doğmamış kuşakların da tıpkı bizim gibi bu güzelliklerle yaşama hakkına sahip olduğunu akıldan çıkarmamalıyız.

Bu özel varlıklar birer tüketim veya gelir aracı olarak asla görülmemelidir. Şu tanımı lütfen akıldan çıkarmayalım:

Doğa harikalarına, çok severek kullandığımız ve eskittiğimiz giysilerimiz gibi değil, bize emanet edilmiş değerli birer mücevher gibi yaklaşmalıyız. Özenle ve sakınarak, her zaman ilk günkü ışıltısını koruyacak şekilde.

Vatanseverlik borcumuz

Doğal hazinelerimize emanet bilinciyle yaklaşım, doğayı korumanın öncesinde, hepimizin “vatanseverlik” borcudur. Biz hiç korumasak veya korunmasına katkı vermesek de daima cennet gibi bir vatana sahip olacağımız yanılgısından derhal kurtulmalıyız. Bu varlıklarımızın devamlılığı tamamen bize bağlıdır. Biz nasıl bırakırsak öyle kalacaklar.

Daha da açık söylemek gerekirse, bu özel varlıklar, örneğin, kültür ve turizme kazandırma, ziyaretçi sayısını artırma veya gelir elde etme türünden çalışmaların hedefi olarak görülmemelidir. Öncelikle ve yalnızca varlığının korunmasına odaklandığımız özel emanetler olarak görülmelidir. Kültür ve turizm, doğal varlıklarımıza zarar vererek geliştirilemez, ancak onları koruyarak, onlara sahip çıkarak geliştirilebilir. Bu vizyonu geliştirebilmek, sahip olduklarımızın değerini emsalsiz şekilde artıracağı gibi şu anda görülemeyen sayısız kazanımı da beraberinde getirecektir.

Dünyada nasıl korunuyorlar

Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da birçok yeri gezip gördüm. Dünyanın korunan birçok yerinde, bu tür doğal varlıklara, güzelliklere eşsiz birer sanat eseri gibi bakılır. Onlara tanık olabilmeyi, ziyaretçileri birer ayrıcalık olarak görürler. Yaban yaşamı izlemek de öyledir, el değmemiş bir kanyonu, bir şelaleyi ya da bir başka tabiat varlığını gezmek de.

Örneğin, böyle bir gölün, bir koyun, bir sahilin, bir şelalenin, bir mağaranın veya bir adanın yürüyerek, yüzerek, bisikletle dolaşarak veya izleyerek, uygun yollarla tadını en güzel şekilde çıkarmanız mümkün olmakla birlikte, adım atabileceğiniz patikalar, yürüyüş yolları, pedal çevirebileceğiniz rotalar ya da etrafında oturup dinlenebileceğiniz noktalar işaretli ve bellidir. Haritalar ve rehberlerden neleri yapıp neleri yapamayacağınızı öğrenebilirsiniz. Giriş çıkış saatleri sınırlıdır. Her yere dokunamaz, buralarda her istediğinizi yapamazsınız. Birçok yerde bu varlıklar zarar görmesin diye ses çıkaramaz, fotoğraf çekerken flaş dahi patlatamazsınız. Bu tabiat varlıklarının eşsiz güzelliklerine tanık olabilir ancak buralardan bir tek deniz kabuğunu dahi alıp beraberinizde götüremezsiniz. Bugünün ve geleceğin her ziyaretçisi için en iyisi, en memnuniyet verici olanı da zaten her zaman o düşünülmüş kurallara uymaktır.

Pamukkale #2 by Carlos Pinto on 500px.com

Belgesellerde veya fotoğraflarda izlediğimiz birbirinden etkileyici manzaralarıyla görenleri büyüleyen, inanılmaz renk ve güzellikleriyle rüyada gibi hissettiren dünyanın o güzel yerlerinin hemen hepsi koruma altındadır. Arjantin’den Brezilyaya, İsviçre’den, Norveç’e, Kenya’dan Papua Yeni Gine’ye, ABD’den Kanada’ya, hafızamızda yer etmiş hemen her doğa harikası, o göller, adalar, kıyılar, akarsular, şelaleler, dağlar, buzullar, hemen hepsi koruma altındadır. Hiç birine elinizi kolunuzu sallayarak girip çıkamaz, her istediğinizi yapamazsınız. Dolayısıyla, bu yerlerde ekolojiye ait olmayan, dışarıdan taşınmış kum, beton, metal vb. yapıları göremezsiniz.

Yani doğal hazineleri korumak için belirlenmiş “standartlar” vardır ve toplum bu standartların farkındadır. İşin doğrusu da budur; gereken yerlerde çevre ahlakı konusunda yazılı standartlar ve bu standartların gerçekleştirilmesini sağlayacak kurallar ve kodlar belirlenmiştir; bu standartlar ve kurallar etkin şekilde duyurulur, herkes bilgilendirilir. Açık açık, şu, şu, şu tür varlıklara şu kadar mesafeden daha fazla yaklaşılmaz, dokunulmaz gibisinden… İnsanlar bu tabiat varlıklarına yaklaştıklarında neyi, ne zaman, nerede, nasıl yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilirler.

Doğayı kazanç kapısı olarak görmek

İlginç bir doğa harikası fark ettiğimizde, aklımıza ilk gelen onun nasıl bir kazanç kapısı haline getirileceği olmamalıdır. Buna da kültür ve turizme kazandırma adını takmışız. Yüzlerce yıllık bir anıt ağaç bulunuyor, olay, “yaşasın, bölgemiz turist akınına uğrayacak” gibisinden haber manşetleriyle kutlanıyor. Bir gölün veya koyun eşsiz bir özelliği keşfediliyor, ilk değerlendirme “turizm açısından büyük kazanım” şeklinde oluyor.

Ülkemizin bir cennet köşesini, bir yörenin gizli kalmış güzelliklerini fark ettiğimizde aklımıza ilk gelen şey ne yazık ki o yerin varlığından kazanç elde etme çalışmalarına girişmek oluyor. Oysa bu doğa harikalarının ayakaltı yerler haline getirilmesi büyük hatadır. Sahip olduğumuz doğa harikaları kullanıp eskitilecek, sonra da atılacak tüketim araçları değildir. Ziyaretçi çekmek için buraları eğlence, gezi veya kendin pişir kendin ye gibi amaçlarla kullanıma açmaya da gerek yoktur. Gizli kalmış doğal hazinelerimiz, her aklımıza geleni uygulamak, konaklama, restoran, alış veriş, pazar gibi tesislerin yapımı için bekleyen alanlar değildir.

Neyi yapma-MA-lıyız

Doğal hazinelerimizin kaybına neden olan hataların başında, bu alanların her karışının insan ve hatta araç trafiğine açık bırakılması, koruma altına alınmak yerine ta içlerine kadar giren tesisler veya etkinlikler yapılmasına izin verilmesi geliyor. Ne yazık ki ülkemizde bir şelalenin içine konmuş yemek masalarıyla, bir mağaranın kapısında kurulmuş çay bahçesiyle, benzersiz bir özelliğe sahip bir koya inen beton merdivenlerle veya eşsiz bir kumsala yerleşmiş bir kamp alanı ile karşılaşabiliyorsunuz.

Oysa bu doğa harikalarının içine veya yanı başına kadar girilmesi toplumsal bir ihtiyaç değildir. Toplumun bu tabiat varlıklarımızın zarar görmesi pahasına içinde kurulup keyif çatması gibi bir ihtiyacı yoktur. Kimse böyle bir hizmet beklemiyor. Buna fırsat yaratmanın da topluma hizmet değil, doğal hazinelerimizin tahribatı ve kaybın başlangıcı olduğu anlaşılmalıdır.

Doğal Hazinelerimiz
Antalya Duden Waterfalls by Baki Karaçay on 500px.com

İnsanlar elbette parklar, bahçeler, piknik alanları vs. ister, ancak bunların doğal hazinelerimizin içinde, üzerinde, onları işgal eder biçimde olması gibi bir talebi yoktur kimsenin. Bir hizmet vererek gelir elde etmek tabi ki yanlış değildir. Ancak piknik alanları, park alanları, çay bahçeleri, yeme içme mekânları, bütün bunlar bu özel tabiat varlıklarımızın, bu doğal güzelliklerin dışında, ötesinde kalması gereken yerlerdir. Dinlenme veya eğlenme tesisleri veya aktiviteleri için doğal hazinelerimiz işgal edilmemelidir. Eşi bulunmaz bir şelale, koy, kanyon, göl, kumsal, mağara vb. içine motorla girilip gezilecek, çay bahçesine dönüştürülecek, oturulup yemek yenecek, mangal yapılacak bir mekân olarak kullanılmamalıdır.

Doğa harikası koyların, şelalelerin, mağaraların içine merdivenlerle ulaşmak bir keşif değildir; keşfin duygusunu yaşatmaz insana. Eşsiz bir şelale veya akarsuyun içine konan masalara oturarak karın doyurmak, daha zengin bir yaşam veya daha doğal bir beslenme yöntemi değildir; yiyeceklerin gıda değerini de artırmaz. Hazineyi düşüncesizce ziyan etmekten başka bir şey değildir bu tür davranışlar. Oysa toplum olarak yaşam zevkimizi artıracak olan, vatanseverliktir, doğal hazinelerimizin koruma altında olduğundan emin olmaktır.

İnsanların doğal hazinelerimizin varlığına tanık olması, onları görmesi, seyretmesi, dinlemesi en güzel ziyafettir zaten. Bunlara imkân sağlanması yeterlidir. Bunun daha ötesinde, bu eşsiz doğa hazinelerinin korumasız bırakılmasına, her isteyenin her karışına girip çıkmasına inanın birçok insan inanamayıp hayretle bakmaktadır.

Fotoğraf, ilgi alanım olduğu için bu konuda bir tespitimi eklemeliyim. Sosyal medyada örneğin ıslak bir kaya parçası önünde çektirdiği fotoğrafı bilmem hangi şelale olarak paylaşan sayısız fotoğraf görürsünüz. Oysa suyun düştüğü noktaya kadar hiç girmeden, arka planda şelalenin tüm heybetiyle görüntülendiği uzaklıktan çekilmiş fotoğraflar bu doğa harikası hakkında daha çok şey anlatır, değil mi? Eşsiz bir kumsala kurulmuş çadırın görüntüsü değil, kumsalın tüm güzelliğinin arka planda sergilendiği bir görüntü daha güzel ve ilgi çekicidir.

Daha fazla ziyaretçinin ulaşabilmesini sağlayacak çalışmalar yürütmek, ille de doğal hazinelerimize dokunarak yapılması gerekmez. Onlara dokunmadan da bu sağlanabilir.

Tanık olmaktır heyecan verici olan

Uygarlık, bizim yararlandığımız doğal haklardan diğerlerinin de yararlanmasına imkân tanımayı gerektirir. Biz fırsatını bulmuşken yararlanalım ama başkasının canı cehenneme anlayışı ilkelliktir.

BakiKaracay.com

Uygarlık, bizim sahip olduğumuz, yararlandığımız doğal haklardan diğerlerinin de yararlanmasına imkân tanımayı gerektirir. Biz fırsatını bulmuşken yararlanalım ama başkasının canı cehenneme anlayışı ilkelliktir.

Bu tür güzelliklerin vatanımızda varlığına tanık olmaktır heyecan verici olan. Karşısında seyre dalmak en bulunmaz zevktir çoğu zaman.

Bir mağaranın yalnızca içi değildir ilginç olan, girişi ve çevresiyle bir bütündür, tümü orijinal haliyle korunmalıdır; önüne ya da içine masa sandalye atıp oturmak bir zevk değil, görgüsüzlüktür, onu henüz görmemiş olanlara saygısızlıktır.

Yüzlerce yıl gizemini korumuş bir varlığın erişilmez oluşudur ziyaretçisinde heyecan ve ürperti uyandıran. Mutluluk, o gizeme tanık olmanın bizde yarattığı duygulardır. Çevre düzenlemesi adına üzerine parklar kurmak veya merdivenler inşa edip bir yerin diplerine inmek ne bir keşiftir, ne de zevk ve eğlence. Eldeki hazineyi düşüncesizce ziyan etmek, başkasını düşünmemektir yalnızca.

Yapılması gerekenler

Yaşamlarımızı doğanın güzellikleriyle sürdürmek ve bunun için tabiat varlıklarımızı korumak zorundayız. Doğal hazinelerimiz, yenilenebilir değildir; zarar görmeleri veya yok olmaları, sonsuz bir kayıptır.

Doğal hazinelerimizi korumak adına iki temel kavramın yerleşmesi önem arz etmektedir:

  • Emanet bilincinin yerleşmesi
  • Standartların belirlenmesi

1- Emanet bilinci yerleşmeli

Önceliğimiz, bizim dışımızdakilere de ulaşması için doğal hazinelerimize dokunulmaması, varlıklarının bir bütün olarak olduğu gibi korunması olmalıdır. Bu da ancak emanet bilincinin geliştirilmesiyle ve nasıl bulduysak o şekilde bırakmayı hedeflemekle mümkündür. Çevre, doğa ve hayvanları koruma konusunda öncelikle topluma güçlü biçimde bir emanet bilinci aşılanmalıdır. Doğal hazinelerimiz, asla zarar gelmeyecek şekilde göz bebeğimiz gibi koruduğumuz varlıklar olmalıdır.

2- Standartlarımız olmalı

Emanet bilinci doğal olarak bir dizi standartlar ve kurallar belirlenmesini gerekli kılacaktır. Gereken yerlerde çevre ahlakı konusunda yazılı standartlar ve bu standartların gerçekleştirilmesini sağlayacak kurallar ve kodlar belirlenmeli; bunlar etkin şekilde duyurulmalı, toplum bilgilendirilmelidir. Ancak yasaklar veya keyfi uygulamalara meydan vermemek için bütün bu önlemler elbette yasalar çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Tabiat varlıklarımızın tahribine ve kaybına yol açabilecek her tür girişimi engelleyen standartlarımız belirlenmeli ve o doğrultuda yasa ve kurallarımız olmalıdır.

Son söz

Havası, suyu, toprağı, denizi, yazı, kışı, baharı velhasılı tüm doğal zenginliği ile eşsiz cennet bir vatana sahibiz. Hiç zaman kaybetmeden her birimiz bu güzellikleri korumak için gücümüzün yettiği kadar katkı vermeliyiz. Başka toplumlar yanlış da yapıyor olabilirler; onlar bir şey yapmıyor diye bizim de yapmamamız gerekmez. Zira onlar bizim bu vatanda sahip olduğumuz zenginliklere sahip olmayabilirler. Gerek ki bu konuda geliştireceğimiz farkındalık ile herkese biz örnek olalım; bunlara sahip olmayan toplumlar ne yapıp yapmamaları gerektiğini bizden görüp öğrensinler.

Sözü yeterince uzattım sanırım ancak eminim anlatmak istediğim konu anlaşılmıştır.

Yeni bir yazıda görüşünceye dek, “öğrenmeye devam edin”.

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz

2 yorum