Sosyal / Kültürel

Depremden Alınması Gereken Ders: Değişimi Başarmalıyız

Depremden Alınması Gereken Ders: Değişimi Başarmalıyız

Yaşadığımız sorunlarla baş etme çabalarımız, bize aynı zamanda yeni öğrenme fırsatları yaratıyor. Güçlü bir değişime ihtiyacımız olduğu açık. Bilimle çözülebilen sorunları başka araçlarla çözmeye çalışmak, çözülemeyen sorunların çığ gibi büyümesine neden oluyor.

Bütün toplum şok olduk. Bazen karmaşık duygularla dolu, bazen suskun ve çaresiz acı dolu günler yaşıyoruz. Daha düne kadar aramızda olan binlerce insan, hayalleri ve umutlarıyla kaybolup gitti. Hayatta kalan binlercesi ise sevdiklerinin, sevenlerinin ve yaşadıkları yerlerin yanı sıra yıllar boyunca özenle yapılandırdıkları hatıralarını, geçmişlerini kaybetti.

Dünyanın her yerinden insanlar seferber oldu. Herkes yardım elini uzatmaya, elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kurtarma ekipleri ordusunun bükülmüş metal teller ve toz haline gelmiş betonlar arasında yok olmuş binaların enkazını kazarak insan arayışı gözümüzün önünden gitmiyor.

Zor bir süreçten geçiyoruz. Yaşadığımız felaketin ve büyük kayıpların etkisi altında büyük bir cenaze evinde gibiyiz.

Depremler, yaşamın tamamen bizim kontrolümüz altında olmadığını hepimize hissettirdi. Yerin altındaki kırılmaların iç dünyalarımızı sarsarak toplumun temellerini nasıl paramparça edebildiğini gördük.

Şimdi birkaç söz etmeli

Pek çok sorumuz var. Olup biteni düşünüyor, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Kaygılarımız var. Yaşamlarımızla ilgili, geleceğimizle ilgili. Can kaybının, maddi yıkımın ve psikolojik travmanın korkunçluğu bir süre sonra acımızı öfkeye dönüştürecek.

Başarısızlıkları ve ahlaksızlıkları sorgulayacağız. Modern inşaat kurallarının ve yasalarının uygulanması yerine göz yumulan akıl almaz durumlarla yüzleşeceğiz. Akıl ve empati yoksunluğu, görenleri kahredecek. Yürek parçalayan hikayeler öğreneceğiz. 2011 Japonya depremindeki gibi insanların yıllar sonra hala haber alamadıkları sevdiklerinin izini aradığını göreceğiz. Travma geçirenlere yardımda ve diğer birçok konuda yetersizlikler baş gösterecek. İlk günlerdeki duygu fırtınasıyla başlatılan yardım seferberliği, ihtiyaçlar sürmesine rağmen bir süre sonra kesilecek. Verilen sözlerde durulmadığı ortaya çıkacak, hayal kırıklıkları yaşanacak. Çok sayıda insanın strese bağlı nedenlerle veya kötü yaşam koşulları gibi nedenlerle yaşamını yitirmesine tanık olacağız.

Yaşananlar kadar önümüzdeki süreçte yaşanacak sonuçları da çok çok üzücü. Ülkemiz büyük bir yara aldı. Artık hiçbir zaman 6 Şubat öncesindeki gibi olmayacağız. Bir yaşam biçimini kaybettik. Ve tüm yapılacaklara rağmen, hiçbir giden asla geri gelmeyecek. Derin bir yas hep yanı başımızda olacak.

Elbette toparlanacağız

Bu acının, üzüntü ve kaygılarımızın da bir işlevi olmalı. Ders alacağız, el birliği ile yeniden şehirlerimizi kuracağız.

Yıkımın yarattığı travma kolay geçmeyecek belki ama elbette iyileşeceğiz. Toparlanacağız. Bahçemizi, vatanımızı yeşertmemiz gerekiyor. Yaşama ve umuda sarılmaktan başka çıkar yol yok. Çözüm ve desteğe ortak olacağız.

Bu acının, üzüntü ve kaygılarımızın da bir işlevi olmalı. Ders alacağız, el birliği ile yeniden yapılanacak, şehirlerimizi kuracağız. Aynı sonuçlarla tekrar karşılaşmamak için daha çok sorumlu ve kararlı olacağız. Her birimize ihtiyaç olacak. Hazır olmamız gerekecek.

İçimizde merhamet, sevgi, yardımseverlik ve dayanışma duygusu olduktan sonra aşılamayacak engel, ortadan kaldırılamayacak kötülük kalmayacak.

Elimizde olan şeyler var

Elbette doğanın bütün hareketlerine egemen olmak bizim elimizde değil. Ancak elimizde olan şeyler var. İçinde yaşadığımız zamanla ve sahip olduklarımızla ne yapacağımıza doğru karar vermemiz önemli. Daha iyi bir gelecek için bilgisizliği ve olumsuzlukları olabildiğince söküp atmak bizim sorumluluğumuz.

Bunun için en doğru olanı yapmak istiyoruz. Bize bu anlamda destek olacak en güçlü aracın “bilim” olduğunu, her konuda elimizden geldiğince önce bilgilerimizi artırmak gerektiğini biliyoruz. Hiç de yadsınamayacak düzeyde becerili insan kaynağı potansiyelimiz var. Her meslek grubunda. Acil durumlarda hemen bir yazılım geliştirebilen öğrencilerimizi, yaptığı binalarla yüzlerce insanın yaşamını kurtaran mühendislerimizi, birbirinden değerli bilim insanlarımızı görüyoruz.

Artık şunu da görmeliyiz: Bilimle çözülebilen sorunları başka araçlarla çözmeye çalışmak, çözemediğimiz sorunların çığ gibi büyümesine neden oluyor. Güç, para, siyaset, ün, makam vb. hiçbir aracın bilginin önüne geçmemesi gerektiği, almamız gereken ilk ve en temel ders. Bilimsel bilginin önüne hiçbir gücün geçmesine izin vermemeliyiz. Çünkü bilimin gücünün kaybedilmesi yalnızca sorunları büyütmekle kalmaz, farklı görüşlerin ortak alanlarının ve toplumsal sağduyunun da yitirilmesi anlamına gelir.

Gelinen nokta bir sonuç

Felaket başa gelmeden önce önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.

M. Kemal Atatürk

Deprem esnasında nelere dikkat etmemiz, nerede durmamız gerektiğini belirlemek veya deprem sonrası için toplanma alanları, yardım kampanyaları oluşturmak gibi öğretiler sorunun çözümü değil. Bunun farkına varmalıyız. Çünkü bu gelinen artık son nokta; daha ötesi yok. Burası sonuç. Sorun, bu sonucun gerisinde. Önemli olan, bu son noktaya gelinmesine ve bu ihtiyaca meydan vermemek. Önlemleri, hazırlıkları deprem öncesinde tamamlayabilmek.

Ne yazık ki sonuçlarını değiştirerek sorunları çözdüğümüzü sanıyoruz genelde. Oysa, sonuçlarını değiştirerek hiçbir sorunu çözmüş olmuyoruz. Bir sorun gerçekten ortadan kalksın istiyorsak, “Bu duruma neden ve nasıl gelindi?” sorularını yanıtlayarak sorunun temel nedenini bulmalı ve tedaviyi orada uygulamalıyız.

Bu sonuçla yüzleşmeden önce yapabileceklerimiz ve yapmamız gerekenler var. Diğer birçok doğa olayından korunabilmeyi başarabildiğimiz gibi depremlerden zarar görmemeyi başarabiliriz.

Doğa bir düşman değil

Olaya şu bakış açısıyla yaklaşmamız gerekiyor:

Dünyanın her yerinde süregelen doğa olayları var; şiddetli rüzgar ve fırtınalar gibi, yağışlar ve seller gibi, deprem ve toprak kaymaları gibi, çığlar ve yangınlar gibi. Meydana gelen bu olaylar dünyanın doğasında var olan şeyler. Sonuçları bakımından depremin bir felaket olması, doğanın insanlara düşmanlık ettiği anlamına gelmiyor. Deprem bir düşman değil, doğal bir gerçeklik. Doğa olaylarını felakete dönüştüren, onların bizim için yaratabileceği tehlikeleri yok sayan yaklaşımımız.

Diğer doğa olaylarının olası zararlarına karşı nasıl güvenlik önlemleri geliştirebiliyorsak, yanlışlarımızı düzelterek depremin felakete dönüşmesine karşı da gerekli önlemleri geliştirebiliriz.

Çözüm

Sorunun çözümü, acı sonuçlarla karşılaşmanın önüne geçebilmekte. Çünkü bu acı sonuçlarla karşılaşmamızı hazırlayan “öncesi” var. Deprem esnası veya sonrası için değil, depremin öncesinde hazırlıklı olmak zorundayız.

Bilim doğanın dilini anlama çabasıdır. O dili anlayan doğayı dost, anlamayan düşman bilir.

—Doğan Cüceloğlu

Eğer doğayı gözleyip, dinleyip onun gösterdiklerine, söylediklerine, yapısına, işleyişine göre gerekenleri yaparsak, doğa olayları felaketle sonuçlanmaz. Ancak eğer yok sayar ve gerekeni yapmazsak işte o zaman doğa olayları sonuçta felakete dönüşebilir ve bize ağır dersler verebilir.

Bir deprem coğrafyasında olduğumuz belli. Zamanını tam olarak bilemesek de depremin olabileceği yerleri biliyoruz. Bunları tamamen bilime borçluyuz. Bilim ve teknoloji ilerledikçe gerçekleşme oranı daha yüksek öngörülere ulaşıyoruz.

Bütün gücümüzle, depremin felakete dönüşmesini hazırlayan “nedenleri” ortadan kaldırmaya odaklanmalıyız. Benzer acı sonuçlarla karşılaşmamak için geleceği bugünden tasarlamalı, bilimin ışığında ciddi planlamalar yapmalıyız. Önceliklerimizi doğru sıralamalı, toplumumuzun ve ülkemizde yaşamın arzuladığımız daha iyi versiyonlarını ortaya çıkarmalıyız. Özlediğimiz toplumu ve yaşam biçimini, uzun zaman emek vererek kararlılıkla yapacaklarımızla yaratacağız.

Güçlü bir “değişim”

Güçlü bir değişime ihtiyacımız olduğu açık. Özellikle algımız ve yaklaşımımızda. Herkesin önemli rol oynayabileceği bu değişimin başarılması için ortak bir çabaya ihtiyacımız var. Eğer biz kuruşlarımızı biriktirirsek liralarımız kendiliğinden birikecektir. Aksi halde, alışkanlıklarımızı sürdürerek günün gerisinde kalırsak, büyük tehlikeler hep bizi bekliyor olacak.

Hedefimizde “standartlarımız” olmalı. Planlı adımlarla bu standartlara ulaşarak daha uygar ve güvenli bir topluma dönüşmeliyiz. Bunun için beyin gücümüzü kullanarak her şeyden önce, sorunları giderecek sağlam mekanizmalar kurmayı ve yönetim süreçlerine uygun hareket eden bir toplum yaratmayı başarmalıyız.

Standartlara erişmenin yolu kurallar toplumu olmaktan geçiyor. Adil ve güvenilir uygar bir toplum olmanın başka yolu yok. Bunun için bilim ve kurallar (hukuk) odaklı bir değişim yaşamalıyız. Uzun soluklu ve kalıcı.

“Kural algımızı” geliştirmeliyiz

Kurallar toplumu olmak, öncelikle “kural algımızın” gelişmesine bağlı. Başka türlü uygar ve güvenli bir toplum olmayı başarmamız imkansız.

Kural algımız geliştiği düzeyde, yöneldiğimiz her alanda sistemli bir işleyişin olduğunu, dolayısıyla her şeyin bir düzene bağlı olduğunu kavrarız. Örneğin, matematik işlemleri tanıdıkça ne kadar bilinmez olursa olsun her şeyin bir ölçüsü olduğunu ve hesapların asla şaşmadığını öğreniriz. Fizik yasalarını tanıdıkça neden-sonuç ilkesinin dışına çıkılamadığını görürüz. Bütün bunlar ancak bilime kulak vermekle ve bilime dayalı yaşam tarzını içselleştirmekle mümkün.

Öte yandan, yaşananların nedenlerini doğaüstü güçlerde arayanlara, hurafelere, batıla inananlara bakın, kural algısı yeterince gelişmemiş olduklarını görürsünüz.

Değişimi nasıl başaracağız?

Bütün bunları bildiğimize göre şimdi üzerinde durmamız gereken, ön gördüğümüz hedeflere nasıl ulaşacağımız.

Elbette hiçbir değişim “haydi yapalım” demekle gerçekleşmiyor. Değişimi yaratabilmek için ne yapmamız gerektiğini bilmeliyiz. O halde asıl can alıcı soru şu:

Dünyanın neresinde olursak olalım, konu ne olursa olsun, bireysel veya toplumsal “değişim” gerçekleştirmenin evrensel bir mekanizması var.

Değişimi nasıl başaracağız?

Dünyanın neresinde olursak olalım, konu ne olursa olsun, bireysel veya toplumsal “değişim” gerçekleştirmenin evrensel bir mekanizması var. Bu mekanizmayı her birey gibi her kurum veya her toplum kendisi için çalıştırabilir. İş yaşamım boyunca tasarlayıp yönettiğim çok sayıda uluslararası proje deneyiminden öğrendiğim ve kitabımda aktardığım bu yöntemi kalkınmış toplumlar son elli yıldır başarıyla kullanıyorlar.

Son derece gerçekçi ve bilinmesinin yararından emin olduğum bu mekanizmayı “Değişim Yaratmanın Yolu” başlıklı bir sonraki yazımda adım adım açıklayacağım.

Yeniden görüşünceye dek “öğrenmeye devam edin.”

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz