“Yok artık, bu kadarı da olmaz” diye her güne şaşırtıcı yeni bir haberle başlamaya alıştık. Ancak insanların içlerindeki, onları durdurmasını beklediğimiz sınırlayıcı sesin ve gücün gittikçe yok olduğunu görmek birçoğumuza endişe veriyor.
Narsisizm hakkında uzun zamandan beri okuduklarım, gözlemlerim ve yaşadıklarım tüm bunları farklı bir gözle izleyebilmem için yardımcı oluyor. Her olup biten yeni bir şeymiş gibi görünse de, nedenlerini bildiğinizde, adeta farklı aktörler tarafından, çeşitli sahnelerde ve tarihlerde, sürekli senaryosu belli aynı oyunun oynandığını izliyorsunuz.
Narsisizm (Türkçede ne yazık ki “narsizm” diye bir sözcük uyduruldu) popüler medyada genellikle karı-koca geçimsizlikleriyle veya sürekli kendini görüntüleyen çocuksu “selfie” kuşağının bireysellik, sosyal izolasyon veya İnternet bağımlılığı gibi sorunlarıyla ilişkilendiriliyor. Ancak bu yazıda onların aramızdaki yetişkinlerinden, hatta belirli bir güce erişmiş olanlarından bahsedeceğim. Bu kişiler şaşırtıcı biçimde, aynı okulun mezunları gibi çeşitli yerlerde ve farklı görünümler içinde paralel kişilikler ve davranışlar sergiliyorlar. Çünkü narsisizm gerçekte kodları belirlenmiş bir kişilik bozukluğu türü.
Kendine aşırı güven ikilemi
“Saygı” örneği üzerinden başlayarak konuya giriş yapalım.
Saygılı olmak bir erdemdir; ancak biliyoruz ki “saygı”, sevgi kaynaklı da olabiliyor, korku kaynaklı da.
Sevgiden kaynaklanıyorsa, “saygı duymak” insana mutluluk verir. Eğer korkudan kaynaklanıyorsa, mutluluk vermez, tam aksine kurbanın içini kin ve nefretle doldurur; hatta onu yalancı, aldatıcı, manipülatör yapar.
Saygı örneğini, “kendine güvenin” gerisinde de benzer bir ikilemin varlığına dikkat çekmek için verdim. Aynı gibi görünen bir tavrın arkasında birbirine zıt iki etken olabiliyor.
Kendine çok güvenen insanlar görüyoruz çevremizde veya onları uzaktan izliyoruz. Kendinden tamamen emin duruşları ile gözümüzde onları hemen farklı bir yere koyuyoruz. Hatta çoğu zaman seçim kararlarımızı bu insanların yeterliliklerinden çok görünen öz güvenleri etkiliyor. Bunun nedenini sorgulamaya pek gerek görmüyoruz ancak bu kendinden emin kişilik görüntüsü birbirine zıt iki etkenden doğabiliyor: Gerçekten içi dolu bir öz güvenden de kaynaklanabiliyor, tam aksine büyük bir muhtaçlıktan ve boşluktan da.
Bunu, kişilik bozuklukları üzerine yazılmış, on yıldan uzun bir süredir ilgiyle okuduğum bilimsel bulgular ve araştırma sonuçlarına dayanarak söyleyebiliyorum. Çoğunluğu İngilizce, yüzlerce diyebileceğim makale ve kitap… Bu bulgulardan bahsedeceğim, ancak önce küçük bir gözlemime dikkatinizi çekmek istiyorum.
“Mahallenin delisi”
Kimseden çekinip korkmadan beklenmedik, sıra dışı davranışlar sergileyenler için kullanılan bir deyim bu. Fakat çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum, eskiden gerçekten mahallelerde “deliler” vardı. Kural algısı olmayan, diğer insanları ve toplumu hesaba katarak davranma becerisinden yoksun bu kişiler mimlenmişlerdi (etiketli gibiydiler). Empati, düşünce ve anlayıştan tamamen yoksundular, kime ne yapacaklarını önceden kestiremezdiniz. Ancak bu kişilerin normal olmayan sıra dışı tavır ve davranışları neredeyse şehrin tüm sakinleri tarafından bilinirdi. Yaşam boyu genellikle aynı şehirde yaşadıkları için de kendilerini gizlemeleri mümkün olmazdı ve toplum onlara karşı önlemini alırdı, ciddi işlerden uzak tutulurlardı.
Ne var ki son birkaç on yılda hareketliliğin ve iletişimin tüm dünyada hızla artmasıyla birlikte bu tür kişilikler kolaylıkla gözden kaybolmaya başladılar. Patlayan skandallarıyla ortaya çıkıncaya kadar da çoğu zaman onların hâlâ aramızda olduklarının kimse farkına varmıyor. Artık sorunlu yanlarını kolayca gözlerden kaçırıp çevrelerini manipüle edebiliyorlar. Çoğunlukla muhteşem insanlar zannediliyorlar. Fark edildiklerinde ise çoktan iş işten geçmiş olabiliyor. Sonrasında, hasar verdikleri yerden kolaylıkla uzaklaşıp yeni bir ortamda farklı bir kimlikle ortaya çıkabiliyor ve yeniden çok farklı etkiler yaratabiliyorlar. Çevrelerindeki yeni çembere giren kurbanların da genellikle bu kişilerin daha önceki yaşantısından pek haberi olmuyor.
Narsisizm
Narsisizm, genelde, kişinin kendine karşı duyduğu hayranlık olarak tanımlanıyor. Bireyin kendine âşık olması, hatta kendine tapması anlamında da kullanılan bir terim. Ancak “narsisizm” genelde sanıldığı kadar masum değil. Sanıldığı kadar çelişkisiz bir durum da değil. (Bu arada, “narsisizm” İngilizce’den ithal edilmiş bir sözcük ve “narsizm” diye yazılışının hatalı olduğunu belirtmekte yarar var.)
Narsisizm, birçok kişilik özelliğini bir arada bulunduruyor ve bu kişilik özellikleri aslında birçok kişide mevcut. Fakat bunun ileri boyutlarda ve hasar verici düzeylerde olması tıpta “narsisistik kişilik bozukluğu” olarak değerlendiriliyor. Psikopatlığın yaygın bir türü —gerçi bu kelimeyi duyar duymaz aklımıza hemen hapisteki katiller, sapıklar vb. geliyor ama aksine aramızdalar ve ABD’de yapılan araştırmalarda nüfusun %3-4’ünü oluşturdukları belirlenmiş.
Her yerde selfie çeken ve sürekli kendi fotoğraflarını paylaşan sosyal medya tutkunlarından, dur durak bilmeden saatlerce konuşan grup vaizlerine, “benim büyük ve eşsiz bilgeliğim” diyerek kendini “eşi benzeri olmayan muhteşem bilge” olarak gören yüksek mevkilerdeki liderlere kadar, hemen herkeste narsisizm eğilimleri görülebiliyor. Ancak narsisizmi ileri boyutlarda olan, bu tür eğilimlerini asla bir sorun olarak kabul edemeyen, bencilliğini dışarıdan gözlemleyebilme yetisinden tamamen yoksun olanlardaki patolojik durum tıpta kişilik bozukluğu olarak tanımlanıyor.
Eğer içgüdüleriniz güçlüyse, bu tür kendini önemsemekten hiç çekinmeyen, tuhaf şekilde kendinden tamamen emin kişilik yapılarıyla ilk karşılaştığınızda, “bu kişi gerçekte nasıl biri acaba” diye içinize hemen bir şüphe düşer ve kafa karışıklığı yaşarsınız. Sıradan olmayan bir durum veya kişiyle karşı karşıya olduğunuzu bir şekilde hissedersiniz; iyi mi kötü mü olduğundan emin olamadığınız bir “tuhaflık”. Sürekli gözlenen gariplikler vardır fakat konduramaz veya bunların açıklamasını yapamazsınız. İşte o karnımızda hissettiğimiz anlık “şüpheler” aslında milyonlarca yıllık genetik mirasımızdan kazandığımız eşsiz bir sinyaldir. Çünkü görünen o mükemmelliğin veya muazzam kendine güvenin gerisinde, o kişinin bu şekilde davranmaya duyduğu (fakat gizlediği) korkunç bir ihtiyacın varlığını sezeriz. Korkunç bir ihtiyaç, evet, doğru okudunuz. Şimdi bu yazıya neden bir aslan görseli seçtiğimi hemen çözeceksiniz.
Ormanların kralı
Narsisistlerde kendine güven şeklinde gördüğümüz şey aslında tam aksine kendi içlerinde hissettikleri büyük bir muhtaçlık durumunun yansımasıdır. Tıpkı görkemli yelesiyle ormanların kralı aslanda gördüğümüz karizma gibi. Bize karizma olarak görünen şey, aslında onun yaşadığı derin muhtaçlık hissinin yarattığı bir görüntüdür. Hayatta kalabilmek için her gün altı kilo taze ete ihtiyaç duyan bir canlının gözü elbette bu ihtiyacını karşılamaktan başka hiçbir şey görmeyecektir ve sürekli duyduğu bu açlık onu doğanın en acımasız avcısı yapacaktır. Peşinde olduğu veya pençesine düşen avına merhamet etmesini beklemek, aslanın yok olmasını beklemekten farksızdır ve böyle bir talebi ima etmek bile onu derinden yaralayacaktır.
Araştırmacılara göre, narsisist de takdir görmeye karşı öylesine derin bir açlık hissi duyar ki bu yüzden onun aslında peşinde olduğu esas şey, hak ettiğine inandığı değeri almak ve kabul görme gereksiniminin doyurulmasıdır. Narsisistler, karşı tarafın ne düşündüğü ile asla ilgilenmezler, ilgilenemezler. Yaşama bakış açıları buna izin vermez. Yalnızca kendisinin onlar için ne düşündüğü önemlidir. Öz güvenlerini öylesine kabartarak doyurmaya ihtiyaç duyarlar ki bunun için kendileri hakkındaki muhteşem inançlarının dışında hiçbir şeye odaklanamazlar. Aksi durumlarda, —hak ettiğine inandığını almaktan uzaklaştığında— derin bir yaralanma ve incinme yaşarlar. İşte bu acıyı (depresyonu) yaşamamak için, benliklerini yüce ve dokunulmaz (eleştirilemez) hale getirmek adına, sınır tanımadan, ellerinden gelen her şeyi acımasızca yapabilirler. Empati yoksunu olmalarıyla birlikte avını ağına düşürmek için gerektiğinde yem atma için empati kırıntıları gösterebilirler. “Nasılsın, tebrik ederim , sevindim” türünden nezaket sözcükleri kullandıklarında gerçekte bunlar umrunda değildir. Karşısındaki onun ihtiyacını karşılayacak bir gıdadır yalnızca, o kadardır değeri.
Narsisistleri nasıl tanırız?
Güven konusunda içimize doğacak şüphenin dışında onları tanımanın bir yolu var mı, diye sorabilirsiniz. Evet, birçok yolu var. Bu konuda yeterince bilinçlenmek ilk ve en önemli koşul.
Narsisistlerin sergiledikleri kişiliklerin kendi aralarında birbirleriyle karşılaştırılması sonucunda dikkate değer bulgular ortaya çıkmıştır. Buna göre, narsisizmin bir çeklisti var. O listeye geleceğim ancak önce yukarıda değindiğim ikileme tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum.
Narsisistler, kendinden tamamen emin ve başkalarından gelen hiçbir şeyi önemsemeyen bir tavırla davranmalarına rağmen aslında tamamen başkalarından gelen şeylerle beslenmeye açık bir kişiliğe sahiptirler. Sağlam bir benliğe sahip olmadıkları için kendilerini doğrulamak üzere sürekli başkalarına ihtiyaç duyarlar.
Narsisistler güven duyma yetisinden yoksundurlar; kimseye güvenemez ve asla rahata eremezler. İlişkilerinde “eşitlik ve karşılıklılık” değil, kazanmayı arar. Yaşamın her anı onlar için bir savaştır; ihtiyaçlarını karşılamak için adeta dünyayı yenmeye çalışırcasına —hiç şiddet sergilemeseler bile— sürekli kavga ve mücadele içindedirler.
Araştırmalar, narsisistlerin çocuklukta yeterince sevgi görmediklerini ortaya koymuştur. Çoğunlukla erken yaşlarda bir sebeple, bir şeylerin kaybı, bir şeylere sahip olamamanın eksikliği altında büyük bir “içerleme” yaşamışlardır ve kişiliklerinde büyük bir boşluk açılmıştır. Anne babayla yeterli duygusal bağ yaşamamış, duyguları gelişim evresinde yüzeysel kalmış, sağlam bir benlik zemini ve kişilik duygusu kazanamamışlardır. Bu yüzden temelde sürekli eksikliğini duydukları şey, sevgi ve kabullenilmektir.
Bu açığı kapatmak için yetişkinlikte kendilerine aşırı sevgi gösterilmesini sağlamaya çalışırlar. Eğer alıcısını bulurlarsa, çekinmeden her sınırı ulu orta aşabilir ve bu haddini bilmeme tutumlarını, sınırlamalardan kurtulmak, bir tür üstün güç veya kusursuz aşk yaşamak gibi olağanüstü beceriler olarak tanıtırlar.
Düşüncesiz ve anlayışsızlıkları çevreden tepki gördükçe narsisist zamanla manipülasyon ustasına dönüşür. Etrafındakilere aşırı ihtiyaç duyarken, sağlam bir benliğe (kişiliğe) tutunabilmek adına sınırsız öz güven sahibi bir tavır takınarak başkalarına karşı duyduğu aşırı gereksinimini dışarıya tamamen zıt bir tavırla yansıtır. Kurbanlarını önce olumlu anlamda derinden etkilemeye çalışır, bunu başardıktan sonra tüm yaptıklarını kurbanına karşı kullanır. Karşısındaki kişileri kolay bir şekilde sömürür fakat bundan asla suçluluk, utanma veya pişmanlık duymaz. İyilik de yapar, fakat yalnızca kendi ihtiyaçları karşılandığı müddetçe.
Görünüşteki abartılı kendinden emin tavırlarının aksine narsisistin sağlam bir kişiliği ve benliği yoktur. Duruma göre sürekli değişir, bir söylediği diğerini tutmaz. Öylesine büyük konuşur ki ettiği lafların veya yaptıklarının “yok artık bu kadarı da olmaz” dedirten şaşırtıcı etkisi, mantıksal bütünlükten ne derece uzak olduğunu hep gözlerden kaçırır. İhtiyaçlarını karşılamak için diğer insanlardan faydalanma veya onları alt etme yolundaki aralıksız mücadeleleri ve hiç çekinmeden son derece rahatlıkla yaptıkları baş döndürücü hızdaki dönüş ve manevralar (esneklik), narsisistleri inanılmaz başarılara götürebilir.
Narsisistik kişilik bozukluğu
Sağlıklı bir kişilik, belli bir çerçevede kişiye özgü özelliklere sahip olma anlamına gelir; duygusal ve davranışsal etki ve tepkiler olağandır ve nettir, önceden tahmin edilebilir türden tutarlılık gösterir ve dengelidir. Kişilik bozukluğu ise sağlıklı kişilikten sapan bir sınır tanımama olarak gözlenir. Dürtülerini kontrol etmekte başarısızdırlar. Kendilerine dışarıdan bakamazlar; kendileriyle ilgili farkındalık ve iç görüleri yok denecek düzeyde düşüktür. Yakın çevreleri dışında ilişkide oldukları kişilere karşı genelde bir maske takınır ve öyle olduklarına da inanırlar.
Kendilerini diğerlerinden üstün, özel ve eşsiz hisseden narsisist yapıların gözlenen en belirgin özelliği, dikkat çekerek ve övgü alarak sürekli odak noktası olmak için yoğun çaba harcamaları ve buna uygun bir ilişki çevresi oluşturmalarıdır. Öte yandan bu kişilerin temel sorunu, hayal ve inançlarından oluşmuş kendi zihinlerindeki dünya ile fiziksel dünyanın gerçeklerini ayırt edememeleridir. Bu yüzden narsisist, büyüyüp de gerçek dünyaya adım atamamış yetişkin çocuk gibi nitelendirilir. Yaşadığı ortam ve dünya ile kendisi sanki kaynaşmış gibi bir algı içerisindedir. Zihninde kurgulamış olduğu dünya nasıl ise dünyevi gerçeklerin de onun aynısı olduğuna inanır. Böylece kendi doğrularının geçerliliğine kayıtsız şartsız inanmış bir yapı ortaya çıkar. İnançları onun için tek gerçek olandır, onun dışındaki her inanç boş ve değersizdir. Bu bakış açıları sebebiyle, gerçeğin farkında olmayan zavallılar olarak gördükleri diğer insanları kendi gerçekliklerinin içine çekmeyi amaç edinir, her tür karşı eleştiri ve farklı bakış açısına kulak tıkarlar.
Dolayısıyla, bu tür kişiler, kendilerini, diğerlerini ve olayları algılama yollarında sürekli sıkıntılar yaşarlar. Onların yörüngesine girmedikçe geçinilmesi ve uzlaşılması zordur, gerçeklerle çatışır ve sürekli sorun yaratırlar. O yüzden, dışarıyla gösterdikleri mükemmelliğe rağmen sıradan ve rahat bir yaşantıları yoktur. İlişkilerinin sürekliliği yoktur. Çok sık hayal kırıklığı yaşarlar ve depresyona girerler.
Narsisistik kişilik bozukluğu alanında uzmanlaşan terapistlerin hazırladığı çok sayıda rehber kitap mevcuttur. Doğru tanı koyabilmek için kullanılan testlerde, narsisist hastaların taşıdığı kriterler yer alır. Bu konuda çok sayıda kaynağa İnternet’ten de ulaşabilirsiniz. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin 2013 yılında yayınladığı el kitabında bu kriterlere yer verilmiştir.
Narsisistik kişilik bozukluğunda yaygın olarak rastlanan özellikler arasında şunları sayabiliriz:
- Kendini ve yaptıklarını abartma, daima ön planda olmayı, her ortamda ilgi odağı olmayı isteme (diğerlerinin ilgiyi toplamasını önlemeye çalışma —başka birinin özel gününde dahi asıl ilgi merkezi odur),
- Gerçekçi olmayan bir “üstünlük” beklentisiyle sürekli kendisine hayran olunmaya, övgü ve beğenilmeye ihtiyaç duyma (istisnasız her konuda en doğru bilgi ve fikir ondadır),
- Kendini beğenmiş tavırlar sergilemekten ve büyüklenmekten çekinmeme ve yalnızca hakimiyetin kendinde olduğu ortamlarda bulunma,
- Onu anlayabilecek pek fazla insanın var olmadığına, yalnızca statüsü yüksek, özel ya da üstün kişiler tarafından anlaşılabileceğine inanma; özel bulduğu kişiler, mekanlar ve eşyalar ile kendini ilişkilendirme,
- Çok önemli, eşsiz biri olduğuna, her şeyin özelini hak ettiğine, etrafındakilerin de ona hizmet etmek için var olduğuna inanma,
- Kafasında yarattığı bir fantezi evreninde her güzel şeyin yüceliğini sınır tanımadan yaşayan “mükemmel insan” olma takıntısı (ona dokunan tanrının yeryüzündeki gölgesine (!) dokunmuş gibidir),
- Başkalarını kendi çıkarları için kullanma, yalnızca ona hayran olan ve ne kadar özel olduğunu hatırlatan, sorun çıkarmadan kullanabildiklerini ve amaçlarına tam bağlılıkla sorgusuz hizmet edenleri yakın çevresine (iç çemberine) kabul etme,
- Diğer insanların hisleri, ihtiyaçları ve sıkıntıları ile bağ kuramama, başkalarını umursamama, empati yoksunluğu, kalpsizlik; utanma, pişmanlık ve suçluluk duymama,
- Başkalarının başarılarına karşı yoğun kıskançlık yaşama, başkalarının onu kıskandığına inanma ve onları alt etmeye, değersizleştirmeye çalışma,
- Yakınına aldıklarını sık sık aşağılama ve bundan büyük bir haz duyma; uzaktakilere iyi, yanındakilere kötü, rakip gördüklerine saygısız, küstahça davranma.
Etrafımızda muhtemelen bu sıralanan davranışları sergileyen insanların olduğunu düşünmeye başladınız. Aramızda oldukları doğru, ancak terapistlere göre kişilik bozukluğuna işaret eden şey, bu özelliklerin kişinin kendisi ya da etrafındakilere zarar verecek şekilde ortaya çıkması.
O halde, zarar verip vermediğini nasıl fark edeceğiz?
Bunun kısa yanıtı, ardında ne bıraktığını görmek. Ancak bu konuda da inanılmaz bir göz boyama ustası olduklarını unutmamak gerekir. Bunun açıklamasına geçmeden önce, onu tanımamıza yardımcı olacak birkaç veriden daha bahsedeyim.
İlkel savunma mekanizmaları ve başarıları
Okuyucularını psikopatların dünyasına götüren kitaplarında Dr. Kevin Dutton, aramızdaki bu kişilerin nasıl “çekici, korkusuz ve acımasız” olduklarını gözler önüne serer ve örneğin başarılı bir cerrahla seri katil arasında nasıl ince bir çizgi olduğunu gösterir.
Ergenlik dönemindeki bireylerle yapılan araştırmalarda, narsisistik kişilik yapılanmasına sahip kişilerin, istemedikleri yönde gelişen olaylar karşısında savunucu veya saldırgan davranış sergileyerek hareket ettikleri görülmüştür. Ancak yaşları ilerledikçe bu kişiler, iyi biri olmaktan çok, iyi biriymiş gibi olmayı öğrenirler. Böylece müthiş biçimde göz boyayan, yanıltarak istediği gibi yönlendiren ve istediklerini yaptıran manipülatif vampirlere dönüşürler. Kusursuz gibi görünen yapay bir benlik geliştirirler ve özgüven sanılan duruşları onları daha da çekici hale getirir. Suçluluk hissetmedikleri için kendi olumsuz özelliklerini çevrelerindekilere yansıtırlar. Sinsi taktiklerle ilkel savunma mekanizmalarını kullanma veya karşısındakileri aşağılama yolunu seçmekten hiç çekinmezler. İçgüdüleri ve zekalarıyla hareket ederler. Bir narsisiste yaptığının acımasızlık olduğunu söylerseniz, büyük olasılıkla size asıl acımasız olan sizmişsiniz gibi bakarak suçluluk hissetmenizi sağlayacaktır.
Yetişkinlerin iş hayatındaki rolleri incelendiği zaman görülen profil de önemli ipuçları vermiştir. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerin asıl önemli işleri beceremezken yönetici rolüne gösterdikleri uyum ve yüksek performansları araştırmalarda dikkat çekmiştir. Duygusal olmayan kararlar almada başarılıdırlar; kuralları onlar koyar ve onlar çiğner.
Şişkin bir bencillikle kendini olduğundan da önemli olarak algılayıp aşırı beklentiler içerisinde olan ve herkes tarafından onaylanma ihtiyacı hisseden birinin, yüksek bir mevkiye geldiğini düşünün şimdi. Bulunduğu konum dolayısıyla her şeyin en özelini hak ettiğine inanan bu kişinin, yukarıdaki listede sıralanan türden narsisistik davranışlarında büyük ihtimalle siz de çoğunluk hiçbir gariplik görmeyecek, bunları hak ettiğine inanacaksınız.
Ardında ne bıraktığına bakın
Geçenlerde bir sosyal medya paylaşımımda durumu şu cümlelerle özetlemeye çalışmıştım:
Psikopati hakkında okuduğum kitaplardan sonra, insanları tanımak için söyledikleri ve yaptıklarından çok, arkalarında ne bıraktıklarına bakmaya başladım. Yaşadıklarına kahramanlık ve başarı olarak baktığımız kişilerin, arkalarında bıraktıkları yıkımı ve acıları hep görmezden geliyoruz.
BakiKaracay.com
Şüphesiz, insanların söyledikleri ve yaptıklarının etkisinden çıkıp arkalarında ne bıraktıklarına bakabilmek büyük bir çaba gerektiriyor. Alışkanlıklarımızı terk etmek kolay değil.
Kriminal psikoloji alanında uzun yıllar çalışan Dr. Robert Hare, “Vicdansızlar” isimli kitabında, psikopatların kurbanlarına yaşattıklarından bahsederken, bu kişilerin yaşam boyu arkalarında devamlı kırık kalpler, kopmuş bağlar ve bozulmuş ilişkiler, dağılmış yuvalar, boşalmış cüzdanlar, gözden düşürülmüş yaşam hedefleri, terk edilmiş iş ve kariyerler vb. bırakarak ilerlediklerinden bahseder.
Diğer psikopatlar gibi narsisistler de hiçbir suçluluk ve pişmanlık hissetmeden, kurbanlarının yaşamlarını ve sahip olduklarını tüketerek rahatlıkla ilerlerler. Bir narsisist geleceğine doğru yol alırken arkasında bıraktığı yıkıntıyı görmezden gelir ve de görünmez kılar. Elde ettiği güç ve parayla canı ne isterse yapabileceğinin doğru olduğuna o kadar inanır ki başka yaşamların ondan incinmeye hakkı olmadığını düşünür. Onun yüzünden başkaları acı çekiyor, yaşamları harap oluyorsa, “bu onların sorunu” der. Son derece bencilce yaşamasına rağmen, sebep olduğu tahribat ve yıkım karşısında tamamen masum olduğuna inanır. İşin daha da kötüsü, narsisistler, içine düştükleri her olumsuz durumu sürekli kendi lehlerine yorumlamada korkunç ustadırlar.
Değersizleştirme
Değersizleştirme! Bu kilit sözcüğün üzerinde durun! Narsisistler etkisi altına aldıkları insanların gözünde zamanla her şeyi değersizleştirirler.
Natüralistler her yaptıklarının mükemmel olduğunu düşünürler, bu yüzden eleştirilmeye tahammül edemez, kendilerine yönelik olumsuz ifadelere karşı aşırı öfke ve saldırganlık sergilerler. Kendi işleri için başkalarını kullanmaktan çekinmezler. En çok kafa yordukları konular arasında para, güç ve aşk (seks) yer alır —en azından biri.
Narsisistik kişilik bozukluğu içsel süreçleri incelendiği zaman birçok vakıada depresyon ve değersizliğin ön plana çıktığı görülmüştür. İçlerindeki kendilerine yönelik o büyük değersizlik uçurumu, bir o kadar da değersizleştiren olmalarının yolunu açmaktadır.
Çizdikleri iyilik meleği izleniminin aksine, narsisistlerin kendilerine ve dünyaya karşı öfke ve nefretleri çok büyüktür. O yüzden taş kalplidirler. Fırsatını yakaladıklarında herkesi ve her şeyi hemen kötüleyebilmelerinin, insanlığın yok olmaya yüz tuttuğunu, kıyametin ve dünyanın sonunun çok yakın olduğunu iddia etmelerinin arkasında, derindeki bu öfke ve nefretleri yatar.
Değersizleştirmekten vazgeçemeyişleri, narsisistleri açığa çıkaran en sağlam kanıtlardan biridir. Arkalarında bıraktıklarına baktığımızda narsisistlerin verdikleri en büyük zararın, insanların değer verdiği her şeyi zaman içerisinde gözden düşürmeleri ve değersizleştirmeleri olduğunu görürüz. Kendi amaçlarına hizmet etmeyen her kazanımı küçümsemiş, değersizleştirmiş ve kıymetsiz hale getirmişlerdir. Değer verilen her ne varsa, yıkıp yok ederek yollarına devam etmişlerdir. Mal, mülk, iş, eş, aile, akrabadan tutun yeme, içme, uyku gibi temel ihtiyaçlara, dünyaya, insan yaşamına kadar hiç bir şey onlar için fark etmez. Ancak müthiş göz boyama taktikleri ile tüm bu yaptıklarını görünmez hale getirmiş olacaklarını unutmamak gerekir.
Genellikle, gelecekte erişilecek, adı olan fakat ne olduğu tam bilinemeyen, müphem fakat “çok büyük bir dava” uğruna insanları umutlandırarak yaparlar bunu. “Biz ve diğerleri” karşıtlığı yaratarak güçlenirler, ancak “biz” olarak tanımladıkları şey genellikle bugün var olan değil, gelecekte ulaşmayı vaat ve umut ettikleri hayali bir durumdur. Böylece kurbanlarının gözünde yarattıkları mükemmel “gelecek” hayali, mahvolan “bugün” görüntüsünün önüne geçer.
Narsisistin ağına takılan her kurban bundan nasibini almıştır ve artık ne bu dünya ne de dünyadaki hiçbir şey o ağa takılmadan önceki kadar öneme ve değere sahip değildir. Kurbanları için artık ortada tek değer kalmıştır, o da narsisistin kendisi. (Narsisiste sorarsanız eğer, kendisi değil, uğruna yaşadığı davasıdır asıl değerli olan.)
Narsisisti tanımada 5+1 ipucu
Narsisistlerin gerçek niyetleri zamanla ortaya çıkar, fakat ilk başta kendilerini çok farklı gösterirler. Küçük düşürme ve değersiz kılma tuzağına düşmeden, onları tanımayı öğrenmek önemlidir. Etrafındakiler ona kandıkça ve manipüle edilmeye izin verdikçe bu tavırları daha da güçlenir.
Narsisistler her şeyi manipüle etseler de güven duyamamaları gibi bazı zayıflıklarından vazgeçmeleri mümkün olmaz. Bunlar da tanınmalarında işe yarar.
- Zaman içerisinde her şeyi gözden düşürmeleri, değersizleştirmeleri ve arkalarında yıkım bırakmaları. Korkunç boyutlardaki kıskançlıkları dolayısıyla kendilerinin olmayan her şeyi yetersiz bulmanın, küçümsemenin ya da başarıları kıymetsiz hale getirmenin bir yolunu ararlar. Kurbanlar için bunun sonucu her zaman bir yıkımdır. Ancak bunu yaparken yukarıda değindiğim “ikilem” doğrultusunda, narsisistlerin tutumlarının bunun tam aksi olacağını hatırlayın. Daha “değerli” bir amaç uğruna ve “sevenlerinin iyiliği için” yaparlar bunu. Büyük bir kazık atıp “senin iyiliğin için” veya “olması gerek buydu” gibi çarpıtmalarla algı yönetimi yaparlar. İnsanları kendilerine hizmet etmeye inandırırken, aslında eldeki her şeyi değersizleştirirler. Örneğin, “Burayı yeniden büyük (great) bir ülke yapacağım” diyerek toplumu peşine takarken, aslında insanların bilinç altlarına “bu ülke şu anda büyük değil” inancını enjekte ederek değersizleştirmektedir. Ancak ve ancak eğer ardında ne bıraktığını görebilirsek, onun bu değersizleştirme eylemlerini fark edebiliriz.
- İnsanları bağlarından koparmaları. Narsisistler, insanları dünyayla ve hatta kendileriyle olan bağlarından koparırlar. Kurbanlarını, sevdikleri ve destek bulacakları insanlardan ve her şeyden mahrum bırakmak ve uzaklaştırmak için büyülü taktikler uygularlar. Narsisist, ağına düşürdüğü kişiyi bir şekilde izole eder; ailesinden, sevenlerinden, geçmişinden, işinden, kariyer ve amaçlarından, yaşam hedeflerinden, dünyadan, önceden değer verdiği her şeyden koparmaya, en yakın insanlarla iletişimini önemsizleştirmeye çalışır. Benlik duygusunu kaybetmesine neden oluncaya dek kurbanını küçük düşürüp önemsiz hissettirebilir. Böyle olunca kurban git gide güçsüzleşir, narsisiste bağımlı hale gelir ve narsisist de onu istediği gibi kullanmanın yollarını bulur. Onunla ilişkideyseniz ihtiyaç ve arzularınızı önemsizleştirmenizi ister; sizin için en iyisi olmayan kararlar almanız, kendinizi yok saymanız gerekir. Böylece kendi dünyanızdan narsisistin dünyasına çekilirsiniz. “Ya ben, ya hiç” sözü narsisisti, “bana ne oldu, artık kendimi tanıyamıyorum” sözü de kurbanını çok iyi tanımlar.
- Başkalarından gelen şeylerle beslenmeye açık bir kişiliğe sahip olmaları. Sahip oldukları, ortaya koydukları her ne ise, tamamen başkalarından beslenerek, onları kullanarak elde ederler; bununla beraber kimsenin bir şeyini önemsemeyen bir tavırla davranırlar. Arkalarında ne bıraktıklarına baktığınızda çoğu zaman laftan başka ürettikleri bir şey bulamazsınız ve gerçekten de aralıksız saatlerce konuşabilirler.
- Son derece bencil olmaları. Narsisistin alanına girdiyseniz hep o vardır; onunkinden başka düşünce veya inanca yaşam hakkı yoktur. Kimsenin onun yanında aynı düzeyde yer edinmesi söz konusu değildir. Emsalsiz ve tek olduğuna inanır ve inandırır. Bir şey onun çıkarına olduğu sürece önemlidir. Son kararları hep kendi çıkarına göredir fakat bunun tam aksi bir alçak gönüllü imajını öylesine güçlü yaratırlar ki bencilliklerini asla anlayamazsınız. Bir şey yapacak olursa aslında kendi çıkarını inceden inceye hesaplamıştır, ancak hep başkalarının hayrına işler yapıyor sanırsınız. Ayrıca narsisistin gözünde tüm başarılar ona aittir. İşler yolunda giderse onun üstün aklı ve adeta doğa üstü güçleri sayesindedir. “Benim sayemde, ben olmasam mümkün değildi” inancıyla kurbanlarının tüm başarılarını sahiplenir ve hatta kendi başarısı gibi sunar. Buna karşılık istenmeyen sonuçların ve başarısızlıkların suçlusu, sorumlusu daima başkalarıdır.
- Kendilerine özel muamele beklemeleri. Narsistler her zaman en iyiyi hak ettiklerine inandıkları için ayrıcalıklar talep ederler. Zayıf bir insanı partner olarak seçmezler. Yakınlarına genellikle toplumda önemli rolleri olan kişileri alırlar ve onlar üzerinde kontrolü ele geçirerek kendilerini güçlü hissederler. Kendilerine özel muamele gösterilmesini son derece doğal karşılar, özel saygı ve takdir görmediklerinde bozulur, sinirlenirler. Tek istedikleri, insanların sonsuza kadar onlara hayranlık duyacağı bir mertebeye çıkarılmaktır. Her isteklerine evet denmesini, düşüncelerini diğer insanların adeta kendi fikirleriymiş gibi destekleyip savunmalarını beklerler.
Narsisistleri tanımada artı bir ipucu da çevresindekilerin onlara karşı tutumlarında belirginleşir.
- Narsisistler, “hepimiz biriz”, “herkesi severiz” gibi büyülü laflar ederken dahi biz ve diğerleri ayrımı yapmadan yaşayamazlar. Her durumda hem düşman hem hayran yaratmada çok ustadırlar. Tarafsızlığa alan bırakmazlar. Kendisinden başka kimseye hizmet etmemesine ve başkasını hiç umursamamasına rağmen, tüm takipçileri veya taraftarları narsisiste adeta taparlar. Buna karşın, kurban durumuna düşmeyenler de tam aksine ondan nefret ederler. Açıkçası, diğer sıradan insanlardan farklı olarak narsisist aşırı sevgi ve aşırı nefretin nesnesidir. Onu tanıdıktan sonra bu iki tarafın dışında kalabilen neredeyse kimse yoktur.
“Önce can sonra canan”
Bilimsel araştırmalar insan beyninin hayaller ile gerçekleri ayırt edemeden reaksiyon gösterdiğini hayli zaman önce belirlemiştir. Bunların ayrımını yapmayı başaramadığı sürece kanması ve kandırılması çok kolaydır.
“Önce can sonra canan” atasözümüz, herkesin, her ne yaparsa yapsın, önce kendi için yaşadığı vurucu gerçeğinin altını çizse de, hayatımıza giren bazı insanların özel olduklarını, kendilerinden çok bizlerin iyiliği için çalıştıklarını kabullenmekten ve onları gözümüzde büyütmekten genellikle geri duramayız.
Beynimiz yalanlarla gerçekleri de çoğu zaman ayırt edemez. O nedenle, büyük bir yalanı birileri fark etse de herkesin o yalana kanmasını engellemek imkânsızdır. Güçlü konumdaki bir manipülatör “beni durdurmaya çalışıyorlar çünkü ben sizin için savaşıyorum” dediğinde akan sular durur; çoğunluk buna inanmaya hazırdır.
Narsisistler genellikle birikmiş skandallarının uzun zaman sonra patlak vermesiyle ortaya çıkarlar. Oyunun sonu geldiğinde, gücünden, şatafat ve kibrinden yanına yaklaşılamayan o karizmatik meleğin(!) aslında ne kadar sıradan, dirayetsiz, yalancı ve kalpsiz bir sahtekâr olduğu ortaya çıkar. Çoğu insanın narsisistler hakkında asla anlayamadığı büyük yanılgı, hataları yeterince gözüne sokulursa narsisistin günün birinde akıllanacağı beklentisidir. Oysa her şeyi nasıl berbat ettiği apaçık ortada olsa bile narsisistin algısı ve tavrı eskisinden farksızdır. ABD’de izlediğim bir belgeselde, arandığı halde açık oturuma katılan narsisist bir tarikat lideri o sırada tutuklandığında bile hiçbir şey olmamış gibi hâlâ yeni takipçiler toplama peşinde öğretisini kameralara doğru pazarlamayı sürdürüyordu. Tüm koşullar değiştiğinde bile narsisistin hâlâ hiçbir şey olmamış gibi değişmeden içi boş büyük iddialarını sürdürdüğü görülünce, gerçek dünyayla bir bağı olmadığı gözler önüne serilir. Fakat iş işten çoktan geçmiştir.
Narsisistin gerçek yüzünü önceden fark eden vicdanlı kişiler onun kendi gösterisinden başka hiçbir şeyi umursamadığından, kimsenin halinden anlamadığından, kalpsizliğinden, hatta ne yaptığını bilmediğinden ve eğer durdurulmazsa arkasında çok daha fazla hasar ve yıkım bırakacağından emin olurlar. Ne var ki bu, herkes için akıp giden yaşamın örüntüsünü pek değiştirmez; her zaman olduğu gibi aslanlar (ihtiyaçlarından doğan vahşiliğinin korkunç boyutlarını bilsek de) yine ormanların kıralı ve masalların kahramanı olmaya ve kitleleri büyülemeye devam eder…
Bu yazı için son sözü söylemeye gelince… Sanırım geçenlerde paylaştığım bir tweet’e burada yer vermem yeterli olacaktır.
Yeni yazılarda görüşünceye dek, “öğrenmeye devam edin!”
Not: Tüm dünya psikiyatristlerinin kabul ettiği Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-V-TR tanı ölçütlerine (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-V-TR – Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı-IV-TR / DSM-V-TR Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı) göre, narsisistik kişilik bozukluğu (NDP), yaygın bir büyüklenmecilik modeli (fantezi veya davranışta), sürekli bir hayranlık duyulma ihtiyacı ve empati eksikliği olarak tanımlanan ve aşağıdaki 9 kriterden 5’inin varlığıyla belirlenen, erken yetişkinlik döneminde başlayan ve çeşitli bağlamlarda hayranlık duyulma ve empati eksikliği olarak ortaya çıkan bir B kümesi kişilik bozukluğudur.
- Görkemli bir kişisel önem duygusu (kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğuna inanma)
- Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik veya ideal aşk, sevgi fantezileriyle meşgul olma (bunları sürekli konu etme).
- Kendisinin özel ve eşsiz olduğuna ve yalnızca diğer özel veya yüksek statüdeki kişi veya kurumlar tarafından anlaşılabileceğine veya bunlarla ilişkilendirilmesi gerektiğine olan inanç (üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekleme)
- Kendisine hayranlık duyulmaya aşırı ihtiyaç (kendine hayranlık, çok beğenilme ve sürekli dışarıdan onay görme isteği)
- Hak sahibi olma duygusu (her şeyi yapmaya hak kazanmış ayrıcalıklı bir kişi olduğunu düşünme)
- Kişilerarası istismarcı davranış (kendi çıkarları ve amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanma)
- Empati eksikliği (diğerlerinin duygu ve gereksinimlerini tanımama)
- Başkalarına (her başarılıya) karşı kıskançlık ve başkalarının kendisini kıskandığına dair inanç
- Küstah ve kendini beğenmiş (kibirli) davranış veya tutumlar sergileme.
Allah razi olsun hocam.