Sosyal / Kültürel

Liderler ve Toplumlar: Kararlarımızı Nasıl Veriyoruz?

Liderler ve Toplumlar Seçim Kararlarımızı Nasıl Veriyoruz

Liderler ve toplumlar arasındaki yönetim ilişkileri birçok sosyal bilimci tarafından sorgulanan bir konudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, toplumların karar alma süreçlerinde ve özellikle akıl ve mantık dışı yönetim ilişkilerinde hangi faktörlerin ne şekilde rol oynadığını anlamaya yönelik birçok bilimsel araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, liderlerin ve toplumların karmaşık dinamiklerini anlamak için önemli ipuçları vermektedir.

Bilim ve teknolojideki ilerlemeler sayesinde yeni buluşlar hızla tüm dünyaya yayılırken, yaşam biçimlerimiz de hızla değişiyor. Ancak neslimizin teknolojik başarılar elde etme konusunda attığı büyük adımlar yanında, yaşamlarımızı derinden etkileyen önemli bir konuda pek başarılı olamadığımızı görüyoruz: Güç paylaşımı.

Zaman ilerledikçe adil ve eşit paylaşımcı bir tür olmaktan daha çok, güç ilişkileri içinde yaşayan bir tür haline geldik. Güç dinamiklerinin giderek daha belirgin hale gelmesi, lider arayışını ve “lider ve ona tabi olanlar” biçimindeki örgütsel ve toplumsal yapılanmaları güçlendirdi. Dikey hiyerarşik düzen içerisinde sürdürdüğümüz yaşam, herkesin gücü oranında erişebildiği payı almasını sağlayacak sistemler kurmaya götürdü.

Liderler ve toplumlar

Öte yandan, güçlü liderliklerle yönetilen toplumlarda işleyen söz konusu sistemlerin ne yazık ki birçok yerde akıl ve mantık dışı yönetim ilişkilerine yol açtığını görüyoruz. Hizmet yerine bir egemenlik ve kontrol aracı haline getirildiğinde liderlik, yönetimi ele geçirme ve toplumu kendi amaçlarına göre yönlendirme aracına dönüşüyor. Araştırmalar, parasal zenginlik, statü veya iktidar gibi güce sahip olan insanların kendini diğerlerinden daha üstün ve hak sahibi olarak görme eğilimlerinin arttığını ortaya koyuyor. Diğer insanların durumunu anlamaktan uzaklaşabiliyor ve etik/ahlaki değerlerden ödün verebiliyorlar. Bu eğilim, dürtüsellik, kabalık ve saygısızlık gibi davranışlara yol açabiliyor; hatta çıkarları gerektirdiğinde yalan ve hile gibi ahlaki olmayan davranışlara başvurma veya onay verme gibi sonuçlar doğurabiliyor.

Bu tür yönetim ilişkileri yalnızca geri kalmış toplumlarda görülmüyor. Bilim, sanat ve felsefeye önemli katkılar yapan, ünlü kişiler yetiştiren, eğitim düzeyi yüksek toplumlarda da ortaya çıkabiliyor. Nice büyük filozof, yazar, sanatçı yetiştirmiş Alman ulusunun Hitler gibi psikopat bir lidere destek vermesi güç ilişkilerinin insanlar üzerindeki etkisini gösteren en çarpıcı örneklerden biri.

Üçlü beyin teorisi

Akıl ve mantık dışı yönetim ilişkileri, birçok sosyal bilimci tarafından sorgulanan bir konudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, karmaşık ruh hallerini anlamaya ve açıklığa kavuşturmaya yönelik birçok bilimsel araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, liderlerin ve toplumların kompleks dinamiklerini anlamak için önemli ipuçları vermektedir.

En çok bilinen çalışmalardan birini Amerikalı sinirbilimci ve psikiyatrist Dr. Paul D. MacLean gerçekleştirmiştir. Beyin araştırmalarına önemli katkılarda bulunmuş olan MacLean, sosyologların yanıt aradığı bu çağdışı olguya “R-Kompleks” veya ilkel sürüngenler mantığı adını vermiştir.

MacLean tarafından 1960’larda ortaya atılan ve beynin evrimini üç bölüme ayıran yaklaşım “Üçlü Beyin Teorisi” (Triune Brain Theory) olarak biliniyor. Buna göre, insan beyni sürüngen (ilkel), duygusal ve mantıklı (düşünen) şeklinde hiyerarşik düzende gelişmiş üç katmandan oluşuyor: Kabaca diğer adlarıyla “beyin sapı, limbik sistem ve neokorteks”.

Dr. MacLean’ın teorisine göre, beynin bu üç sistemi sık sık iş birliği ve rekabet halinde çalışıyor. Ancak beyni üç büyük parçaya ayırmanın, oldukça basitleştirilmiş bir yaklaşım olduğu unutulmamalıdır. İşlevsel olarak bu bölgeler arasındaki ilişkiler ve bağlantılar oldukça karmaşıktır ve sınırları belirsizdir. Bununla birlikte, bu katmanların farklı işlevleri, insanların neden bazen mantıksız tepkiler verdiği veya neden akıl ve mantıktan yoksun biçimde davrandığı gibi konuları açıklamaya yardımcı güçlü veriler sunmaktadır.

Yeni (düşünen) beyin

Nöropsikoloji araştırmaları, yeni beynin karmaşık düşünme süreçlerinden sorumlu olduğunu ve insanların mantıklı kararlar verme, analiz, problem çözme, strateji geliştirme, planlama, soyut düşünce, hayal gücü, yaratıcılık gibi bilinçli faaliyetlerden sorumlu olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda konuşma, yazma, yürüme, enstrüman çalma gibi sayısız eylem için gerekli olan tüm otomatik hatıraları barındırır.

Alnımızın hemen arkasında yer alan yeni beyin gelen bilgileri işlemede daha karmaşık ancak yanıt vermede eski beyinden daha yavaştır. Bu tür yavaş düşünme, insan zekasının ayırt edici özelliğidir.

Eski (ilkel) beyin

Evrimsel psikoloji alanındaki araştırmalar, ilk olarak temel yaşamsal işlevleri kontrol eden sürüngen beynin (R-kompleks), daha sonra duyguların karmaşıklığının artmasıyla duygusal beyin katmanlarının ortaya çıktığını göstermektedir. Duygusal beyin ilkel sürüngen beyinle birlikte eski beyni oluşturur. İnsan mantığı, duygusal beyin katmanlarının gelişiminden sonra ortaya çıkmış, dolayısıyla düşünme sistemi olarak adlandırılan yeni beyin katmanları, duygusal beyin katmanlarının üzerine eklenmiştir.

Eski beyin, aynı zamanda kararlarımızı etkileyen bilinçaltımızın gerçek patronudur. Duygusal sisteme kodlanmış, alışık ve yatkın olduğumuz tepki biçimleri, öğrendiklerimiz, duygularımız, biz farkında olmadan karar ve seçimlerimizi etkiler.

Sürüngen beyin

Sürüngen beyin, omurgalılardaki alt beyin yapılarından oluşur ve solunum, kalp atışı ve sindirim gibi vücut fonksiyonlarını ve temel hayatta kalma davranışlarını düzenler. Yeni doğmuş bir bebeğin henüz düşünce üretme becerisi yokken, annesinden süt emme gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması sürüngen beyin sayesindedir.

Sürüngen beyin, hayatta kalmaya ve kendi  çıkarını korumaya programlanmıştır. Güvenlik, sürüngen beynin öncelikli konusudur. Tehdit anında ve acil durumlarda anlık kararlar alarak kendini koruma içgüdüsüyle ‘savaş ya da kaç’ tepkisiyle hareket eder ve böylece kalp atış hızı, kan basıncı, solunum hızı ve kaslara kan akışı artar.

Sürüngen beynin tartma ve değerlendirme yetisi düşüktür, yalnızca içgüdü ve itkilere göre hareket eder. Örneğin, nefesinizi tutmaya çalışırsanız, beynin bu ilkel bölümü tekrar nefes almanızı sağlayacaktır.

Sürüngen beyin aynı zamanda bağımlılık ve alışkanlık gibi otomatik davranışların yönetildiği bölgedir. Eski beyin, koşullanma yoluyla öğrenir ve ödüllendirici (haz veren) eylemleri sürdürmeye, cezalandırıcı (acı veren) eylemlerden kaçınmaya yönelir. Bu nedenle, tutucu bir yaklaşımla değişime direnir.

Duygusal beyin

Memelilerdeki yüksek düzeyli duygusal ve sosyal davranışlardan sorumlu beyin bölgesidir. Sevgi, mutluluk, korku, öfke gibi duygusal deneyim, davranış ve tepkilerin yönetildiği yerdir. Ayrıca hafızayla da yakından ilişkilidir ve sosyal etkileşimler, bağlanma ve duygusal bağlar gibi karmaşık sosyal süreçlerin oluşumunda önemli bir rol oynar.

Beynin karmaşık ağ yapısında etkileşim halinde olan duygusal beyin, tarihsel evriminde mantıklı beyinden daha erken dönemlerde ortaya çıkmıştır. Yapısında yer alan amigdala, hipotalamus ve hipokampüs gibi kısımlar duyguların işlenmesinde ve fizyolojik tepkilere dönüşmesinde rol oynar.

Yeni ve eski beyin karşı karşıya

Kararlarımızı nasıl verdiğimiz karmaşık bir konudur ve birçok faktörden etkilenir. Araştırmalara göre, kararlarımız duygusal, bilişsel ve sosyal faktörlerin bir kombinasyonu tarafından şekilleniyor. Ancak, bir gerçek var ki, seçimlerimiz her zaman beyin katmanlarımızın etkin olarak nasıl çalıştığıyla ve hangi sistemle karar verdiğimizle doğrudan bağlantılı.

“Descartes’ın Yanılgısı” kitabının yazarı Psikoloji, Felsefe ve Nöroloji Profesörü Antonio Damasio’nun insan beyni ve seçim yapma üzerine yaptığı araştırmalar, insanın duygusal beyin olmadan karar alamayacağını ve duyguların karar verme süreçlerinde önemli bir rol oynadığını kanıtlamıştır. Örneğin, satın alma süreçlerimiz genellikle duygularımızın etkisiyle başlar. Önce duygularımıza göre karar veririz, ardından kararlarımızı geliştirdiğimiz mantıklı gerekçelerle destekleriz. Bu nedenle duyguların dilini anlamak, örneğin satış ve pazarlama gibi alanlarda önemli başarılar getirir.

“Nöro Marketing” kitabının yazarı Patric Renvoise ise iletişim için insan beyninin bu özelliğinin bilinmesi gerektiğinden yola çıkarak ilkel beynin temel özelliklerini şöyle sıralamıştır: “Benmerkezcidir, yalnızca çıkarıyla ilgilidir, zıtlıklar ve karşıtlıklardan anlar, tarafsızlık, bilimsellik vb. anlamaz, soyut mesajları çözemez, yalnızca somuttan anlar ve görseldir”.

Tüm bunlarla birlikte, ilkel sürüngen beyin katmanı, insanların temel dürtülerini yönlendirerek mantıklı düşünmeden uzaklaşmalarına da neden olabilmektedir. Bu tür durumlarda anlık, duygusal ve dürtüsel tepkilerle hareket ederiz. Toplumsal olaylar, sosyal normlar, kültürel değerler ve grup baskısı gibi faktörler, toplumların kararlarını etkileyerek akıl ve mantık dışı yönetim ilişkilerinin ortaya çıkmasına yol açabilir.

Dolayısıyla, sürüngen beyin, hayatta kalabilmemiz için düşünmeden sağlıklı davranışlarda bulunmanızı sağlasa da, modern yaşamda bazı sorunların kaynağı da olabilir. Algılanan tehditlere yönelik içgüdüsel tepkilerimiz bazen gerçekten tehlikeli olmayan (hayali) durumlarda da tetiklenebilir. Mantıksal beynin devre dışı kalabildiği bu tür durumlarda sürüngen beyin yönetimi ele geçirip kendi bildiğini okur. Böylece irrasyonel korku ve endişeye, saldırgan ve şiddet içeren davranışlara neden olabilir. Sürücülerin yolda diğer sürücülere öfke hissettiklerinde ortaya koyduğu ani içgüdüsel tepki ve agresif davranışlar bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Seçim Kararlarımızı Nasıl Veriyoruz

R-kompleks (Reptilian complex)

R-kompleksi terimi, insan davranışlarını tam olarak açıklamak için tek başına yeterli olmamakla birlikte temel eğilimlere vurgu yaparak toplumların bazı davranışlarını anlatan bir kavramdır. Örneğin, savaşlar, terörizm veya şiddet içeren davranışlar R-kompleks ile ilişkilendirilir. Zira insanlar da saldırganlık, hiyerarşi, statü, güç ve liderlik mücadeleleri, rekabet, savunma ve güvende kalma gibi sürüngenlere benzeyen davranış kalıpları sergilerler.

İnsan beyninde olduğu gibi toplumsal yaşamda da bazen ilkel beyin (R-kompleks) egemen olabilir. Sosyal psikoloji araştırmalarına göre, insanların mantıklı düşünme yeteneklerini kısıtlayarak davranışlarını sürüngen beynin kontrol etmesini sağlamanın belirli yolları var. Bunlardan biri, onları bir gruba dahil etmek ve taraftar konumuna getirmek. Böylece, kararlar ve davranışlar akıl ve mantık yerine duygusal ve grup bağlılığına dayalı olarak R-kompleks düzeyine indirgenen beyin tarafından kontrol edilmeye başlar. Bu tür süreçlerin sürdürüldüğü toplumlarda üç aşama göze çarpar:

  • Gruplaşma: Toplumu oluşturan bireyler “biz ve onlar” şeklinde gruplara bölünerek farklı grup kimlikleri ve grup aidiyetleri oluşturulur. Bu aşamada, kendilerine benzemeyen grupları “dışımızdakiler”, “bizden olmayanlar” veya “ötekiler” olarak algılar ve kapsayıcı olmayan, ayrımcı bir bakış açısı benimserler. Gruptan beklenen davranışlara uymak için mantıklı düşünme ve bağımsız karar verme yeteneklerinden vazgeçerler.
  • Korku ve dehşet yaratma: Bu aşamada, düşman ve tehdit algısı yaratılarak bireyler sürekli bir korku ortamında yaşamaya zorlanır. Bu tedirginlik ortamı insanların dürtüsel ve duygusal tepkilerini harekete geçirir; sürekli olumsuzluklara odaklanmalarına neden olur ve mantıklı düşünme ve sorunlara çözüm geliştirme yeteneklerini kısıtlar.
  • Çatışma ve bölünme: Bu aşamada, ortaya çıkan çatışmalar ve bölünmeler sonucu toplum tehlikeli dış düşmanlara karşı ilkel bir birlik ve bütünlüğe sığınır. İç çevre ile uyum içine giren herkes mantıklı düşünmeyi tamamen terk eder.

Bu süreçlerin yakından incelendiği bilimsel araştırmalarda, grupların kendi güçlerini olduğundan çok abartılı, diğerlerinin gücünü ise olduğundan düşük gördüğü, paylaşılan bilgilerin yanlı seçildiği, üyelerin lidere paralel düşünmeye yöneltildiği, gruptan dışlanmamak için kendi farklı düşüncelerine sansür uyguladıkları gibi birçok ayrıntı belirlenmiştir.

Ortaya çıkan tablo

İnsanların birbirine karşı güven duygusu yok olduğunda toplum birlik olamaz. Birbirlerinin özgürlüklerini ve yaşam tarzlarını yok edecekleri inancıyla insanlar birbiriyle kavga eden, korku ve nefret dolu gruplara bölünür.

Kural algısı gelişmemiş, modernleşme ve demokrasi kültüründen yoksun toplumlarda R-kompleksi etkisine maruz kalma olasılığı daha yüksek. Bu kitlelerin seçip desteklediği liderlerin de toplumun ortalamasının üzerine çıkma olasılığı çok düşük. Sonuçta yönetim ilişkilerinde karşılıklı çapraşık çıkarlara dayalı bir tablo ortaya çıkar.

Dikey hiyerarşik bir düzende lidere tutunan toplumlarda kararlara yön verici en temel unsur “güven” duygusudur. Birine güven duymanın en temel koşulu, onu tanıdığından emin olmaktır. Tanıdığına inanmanın en etkin unsuru ise “limitlerini” (kimden taraf davranacağını, neyi yapıp, neyi yapmayacağını) bildiğine inanmaktır.

R-kompleksi etkisi altında hareket eden kitleler kendilerine yakın bir liderin iktidarını her şeyden önce bir “güvenlik” meselesi olarak görürler. Böylece diğer tüm unsurlar önemsenmez olur; yaşaması için vatandaşların birbirine güvenini gerektiren demokrasi, özgürlükler, hukuk, kurallar gibi modern değerler burada anlamını yitirir. Böylece, kendilerine benzeyen, aynı dili konuşan, aynı gruba aitmiş gibi hissettiren, aynı değerleri taşıdığına inandıran, sempati duydukları ve özdeşlik kurdukları “güvenilir” lider etrafında gruplaşır ve başka hiçbir mantıklı değerlendirmeye gerek görmeden onu desteklerler. “Bizden” olarak tanımladıkları liderin kazandığı güç ve zenginliği, kendilerinin de hak ettiği ancak ulaşamadıkları güç ve zenginlik olarak görürler. Hatta, kendi yapmak istediklerini, içlerinden biri yapabiliyor diye kendilerini daha çok güvende ve mutlu hissederler. Bu gruplar için bir anlamda “güvence” olan liderin yetkileri ve ayrıcalıkları sorgulanmaz ve tartışılamaz hale gelir.

Toplumdaki R-kompleksin yansıması olan liderler de insanların mantığı yerine doğrudan eski beyinlerine yönelir ve kendi tabanlarını yaratırlar. Nörobilim açısından bakıldığında, başarılı liderlerin bir numaralı yetkinliği, kitlelerinin derin bir düzeyde güvende hissetmelerini sağlamaktır. Bu da ilkel beyne hitap ederek davranma ve ikna etmeye bağlıdır.

“Kesin İnançlılar” kitabında Eric Hoffer, bu tür liderlerin, hayal kırıklığına uğramış insanlarda “bir yere ait” olmanın en büyük arzu olduğunu önceden kavramış olduğundan, o nedenle ayrışmayı ne kadar artırırsa artırsın aşırı görülmeyeceğini bildiğinden söz eder.

Bu liderler, taraftarlarına kendisini bir intikam aracı olarak sunar. “Ben de sizlerden biriyim, sizi anlıyor ve önemsiyorum; beni destekleyin ki düşmanlarımıza karşı sizi kollayayım ve onlara karşı zafer kazanalım” gibi yandaşlık duygularını köpürten mesajlar vererek R-kompleksi üzerinde etkili olmaya çalışır. Sadık destekçileri için her şeyin yenisini, yeni bir gelecek, yeni bir ülke, hatta yeni bir dünya yaratmaktan söz eder. Gerçekten de liderlikten güç ve pay alarak artık kendi kültür ve alışkanlıklarıyla oldukları biçimde yaşamın her alanına rahatça girebildikleri için, bu kitleler bir anlamda yeni bir dünyaya geçmişlerdir ve bilgelik, görgü, adalet, modernite, uygarlık ve diğer kültürel normlar gibi başka alanlarda gelişime ihtiyaç duymazlar.

R-komplex etkisi altına giren toplumlar memnun olmayacakları durumlara katlanmak zorunda kalsalar bile inanç ve alışkanlıklarını (geleneklerini) sürdürebilme güvencesini başka avantajlara tercih edebilirler. Birçok durumda R-komplex, insanları, yaşadıkları sorunların nedenlerinin lider ve politikasıyla ilişkisini kuramayacak duruma da getirebilir.

Öte yandan vaat ve idealleri ne olursa olsun, kendilerine benzemeyen “ötekiler” kuşkuyla karşılanır ve yadırganır. Bu kitleler, yararı açıkça ortaya konan değişimlere bile “aman ağzımızın tadı kaçmasın” diyerek direnç gösterebilir, hatta “bizden olmayan” diye baktıkları için “diğerlerine” karşı her türlü olumsuz tavrı takınabilirler.

Son söz…

Araştırmalar, toplumların karar verme süreçlerini ve yönetim ilişkilerini anlamak için insanların her zaman mantığını kullanarak karar verdiği düşünmenin gerçeklerden uzaklaşmaya neden olduğunu ortaya koyuyor. Mantıklı yaklaşımın yanılgılarından biri, kendi önem verdiği konuların toplumun bütününde karşılık bulacağı algısıdır.

Doğru değerlendirmeler yapabilmek için insanların kararlarının her zaman mantıklı ve rasyonel düşüncelere dayanmadığını, duygu ve duyarlılıkların düzeyinden, yani çoğunlukla sürüngen beynin içgüdüsel tepkileri ve duygusal dürtüleri tarafından etkilendiğini görmeliyiz. Lider ve kimlik odaklı siyasetin egemen olduğu toplumların dikey hiyerarşik bir düzende yönetilmeyi istemesinin, temel işlevi güven arayışı olan otomatik bir itaat davranışı olduğunu başlangıçta fark etmeli ve bunun doğrudan hangi sistemle karar verdiğimizle bağlantılı olduğunu iyi analiz etmeliyiz. Bu durum karar ve seçimlerimizi biz farkında olmadan daha en başta etkiler.

Çözüm bağlamında konuyu ele alırsak, daha iyiye ulaşmak için büyülü reçetelere ihtiyacımız olmadığını söyleyebiliriz; zira R-kompleks tuzakları akılcı karar vermenin yollarını bize doğrudan göstermektedir. Toplumsal iyileşmelerin, liderler kadar gündelik yaşamın sosyal özneleri olan yurttaşların ortak tutumundan, yani sosyal iktidardan etkilendiğinin akıldan çıkarılmaması gerekir. Bilimi rehber alarak akıl ve mantık dışı gelişmeleri kontrol altına almanın mümkün olduğunu kalkınmış toplumlarda görüyoruz. Daha kapsayıcı ve olumluya odaklanan yaklaşımlarla, toplumsal gelişimimizi olumsuz etkileyebilecek unsurların önüne geçebilir, daha sağlıklı, huzurlu ve sürdürülebilir bir yaşam inşa edebiliriz.

Yeni yazılarda görüşmek üzere, “öğrenmeye devam edin”.

Okumayı sürdür

Yazar Hakkında

Baki Karaçay (MPA)

iO Akademi'de Eğitmen, Danışman. 25 yılı aşkın süre profesyonel deneyim sahibi Kamu Yönetimi Uzmanı (YL) ve Mühendis / Antalya Valiliği AB Projeleri Koordinatörü (2009-2020). Avrupa Birliği Projeleri kitabının yazarı ve Proje Döngüsü Yönetimi Eğitmeni. Sosyal Psikoloji meraklısı. Fotoğraf gönüllüsü. Webmaster. Bağlama sanatçısı. Kayakçı, doğa yürüyüşçüsü.

Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz