Tecrübe mi, bilgi mi? Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Lise yıllarımızdan beri sonuca bağlayamadığımız tartışma konularımız… Bilgiden bahsederken görece daha çabuk ve kolay sahip olunabilen bir şeyden bahsederiz. Ancak tecrübe, hayli zaman alan ve biliyormuş gibi sözünü etsek de aslında kazanmadan ne olduğunu bilemeyeceğimiz bir olgu. Üstelik kazanmış olsak bile tecrübenin farklı düzeyleri sözkonusu. Bu yazıda —bir hikâyeden yola çıkarak— tecrübeyle elde edilen ilginç bir kazanımdan bahsedeceğim.
Girişimciyi belirleme anketi
2-5 Mayıs tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) tarafından düzenlenen Girişimcilik, İş Geliştirme ve Yatırım Teşviki İçin Eğitici Eğitimi Programına katıldım. Programda espriyle de olsa üzerinde durulan bir ayrıntı ilgimi çekti. Tecrübe sayesinde kazandığımız ve belki de farkında olmadan kullandığımız ilginç bir özellik: İlk bakışta anlama!
Programda, girişimcilik eğitimlerine alınacak adayların belirlenmesinde kullanılan, “kişisel ölçüm” diye çevirebileceğimiz (self-rating) bir anket tanıtıldı. Anket 70 kısa ifadeden oluşuyor. Bu ifadelerin her birini okuyup sizi ne kadar iyi tarif ettiğine karar veriyorsunuz. Bunun için, 5 (Çok iyi), 4 (İyi), 3 (Biraz), 2 (Çok az), 1 (Hiç) rakamlarından birini seçiyor ve o ifadenin sağındaki kutuya bu rakamı yazıyorsunuz. Anketin sonunda puanlaması yeralıyor. Buna göre her soru numarası karşısına verdiğiniz puanları giriyor ve skoru hesaplamak için verilen formüllere göre bir dizi toplama ve çıkarma işlemi yapıyorsunuz. Çıkan puanlar, sahip olduğunuz yeterlilikler hakkında skorunuzu veriyor. Böylece, örneğin inisiyatif kullanma, fırsatları farketme, kararlılık, araştırmacılık, risk alma, kaliteli iş yapma, verimlilik, sistemli ve planlı çalışma, problem çözme, özgüven ve ikna kabiliyeti gibi yeterliliklerde kendi düzeyinizi ölçüyorsunuz.
Hesaplamalar aslında burada aktardığımdan biraz daha karmaşık, ancak sonuçta başarılı bir girişimci olabilmek için hangi yönlerinizin güçlü, hangilerinin zayıf olduğunu görüyorsunuz. Buna göre de istenen aday profiline ve potansiyeline sahipseniz, eğitim programının sizin için uygunluğuna karar veriliyor. Bu arada, anket tanıtılırken sık sık, adayların seçiminin her zaman bu kadar yorucu olmayacağından, zaman ilerledikçe potansiyel girişimcileri çok daha kısa sürede hatta görür görmez hemen tanıyabilme yetkinliği kazanacağımızdan bahsedildi.
İlk bakışta anlama
Ertesi gün aramıza bu anketi Bahreyn’de uygulayan UNIDO – Yatırım ve Teknoloji Geliştirme Ofisi (ITPO) Başkanı Dr. Hashim Hussein de katıldı. Hashim’in, potansiyel girişimcileri gördüğü ilk anda tanıyabilen biri olduğundan bahsediliyordu. Seçimler sırasında adayı daha ilk gördüğü anda girişimciliğe ve eğitime uygunluğuna karar veriyor, ancak heyettekiler yine de formalite icabı anketi her kişiye uyguluyorlardı.
Bu durum bana son yıllarda yaşadığım benzer bir durumu çağrıştırdı. 2009 yılından beri bizimle irtibat kuran çeşitli kurumların ekiplerine eğitim verme yanısıra, Avrupa Birliği hibe programlarının kurallarına göre “proje” hazırlama ve uygulama süreçlerinde destek veriyoruz. Bu sürede farklı eğitim ve disiplinlerden gelen, farklı donanımlarda, çok sayıda —belki yüzlerce— arkadaşla birlikte yoğun çalışma süreçleri geçirdim. Artık şunu gözlemliyorum: Bir çok arkadaşla hemen hemen ilk karşılaştığımda, uluslararası disiplinde proje hazırlama ve uygulama süreçlerine uygun hareket etmeye ne kadar istekli ve yatkın olduğunu veya işe gereken emeği vermede ne kadar kararlı olduğunu ya da göstereceği çabayla işin nereye varacağını büyük olasılıkla görebiliyorum —”kestirebiliyorum” demek belki daha doğru. Belki bunun yönetici gözüyle bakmakla ilgisi var. Ancak her ne olursa olsun, bu konuda peşin hükümlü olmamak lazım; ayrıca asla yanılmam gibi iddialar da yersiz! Hepsinin ötesinde, bazı kişilerin doğa üstü özelliklere sahip olabileceği gibi hezeyanlarla kendimizi kandırmaktan da sakınmak önemli.
Buraya bir parantez açmam gerek
Batı dünyasıyla karşılaştırdığımızda doğulu toplumlarda sıradışı gördükleri insanlara doğa üstü vasıflar verme ve onlarda keramet görme eğiliminin çok güçlü olduğunu görüyoruz. Bu nedenle yanlış anlamalara meydan vermemek gerek. İlk bakışta anlama dediğimiz özelliğin mutlaka bir açıklaması var. Örneğin, hesaplamalara göre insan beyninin saniyede 20 bin trilyondan fazla işlem yapabildiğini, bunun yanısıra 200 terrabyte (200.000 gigabyte) hafıza kapasitesine sahip olduğunu biliyoruz. Bu donanımla beyin süper bilgisayarlardan bile binlerce kez daha hızlı işlem yapabiliyor. Burada bilgi ve emekle, uzun süre deneyimle elde edilebilen rasyonel kazanımlardan bahsediyorum; oturduğu yerden sallamaktan veya kerameti kendinden menkul kişiler olabileceğinden değil. Parantezi burada kapayabiliriz.
Günlük hayatımızda çok yaygın
Bu konu hakkında sohbet ettiğimizde eşim de benzer şekilde bir hemşire arkadaşının insanları gördüğü anda, rahatsızlıkları olup olmadığını teşhis ettiğinden bahsetti. Bir kez formüle edince, aslında hayatımızda bu tür ilk bakışta anlamaların çok yaygın olduğunu farkedebiliyoruz. Bir email veya dilekçe bile, ilk gördüğümüz anda yazan kişi hakkında sayısız ipucu vermiyor mu? Düşünsenize, bizim göremediğimiz ama işin tecrübeli ustalarının —uzmanlarının— gördüğü neler var! Örneğin bir bağlama ustası, daha sizin bağlamayı tutuşunuzu gördüğü anda performansınızın ne düzeyde olacağını anlıyor. Ne kadar istekli olduğunuz, işe ne kadar yatkın olduğunuz, öğrenmeye ne kadar açık olduğunuz, tüm bunlara imkânlarınızın ne kadar elvereceği vb. apaçık ortada, pek az kişi işin uzmanını şaşırtabiliyor. İlk bakışta anlama aslında hayatımızda çok daha yaygın. Üstelik bu yalnızca insanlara özgü de değil. Kedimiz Pasha bile, kapıdan girdiğimizde bir bakışta hangi modda olduğumuzu, ona zaman ayırıp sevip sevmeyeceğimizi anlıyor buna göre uzaklaşıyor veya yanımızdan ayrılmıyor.
Bazen içimize doğuyor
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Amerika’da bulunduğum üniversitede bazı öğretim üyesi arkadaşların yeri geldiğinde “gut feeling” diye bir anlık hissedişlerine güvenmekte ne kadar haklı olduklarından bahsettiklerini hatırlıyorum. Bizde tam karşılığı yok, belki “içine doğmak” diyebiliriz; içgüdüden farklı bir şey ve doğruluğu kesinlikle tecrübeyle ilgili. Verdiğiniz emek ve kazandığınız tecrübenin düzeyiyle. Hatta genetik mirasınızla.
Uzun lafın kısası, bilgi ve emeğiniz buluşup belirli bir düzeye eriştiğinde algınız faklı bir düzeye sıçrıyor ve bunu yaşamayanların bilemeyeceği yeni bir gözlem yeteneği kazanıyorsunuz. Ne kadar güçlü tecrübeye sahipseniz, ilk anda içinize doğan hislerin doğru olması da o kadar olası.
Bu arada, zamanın geçmesinin tecrübe kazanmakla aynı şey olmadığını da gözden kaçırmamak gerek. Paylaştığım bir tweet’te bu inceliğin altını çizmek istemiştim: “Geçen zaman insanı değiştirir, ancak zaman uzman yetiştirmez. Emek ve kafa vermezseniz zaman geçer gider.”
Ciddiyet ve samimiyetle emek verilen her alanda zamanı geldiğinde her birimiz bu tür kazanımlara farklı düzeylerde ulaşıyoruz diye düşünüyorum. Eminim yazıda siz de kendinizden bir şeyler bulmuşsunuzdur. Benzer deneyim ve tespitlerinizi paylaşmak isterseniz, aşağıdaki yorum kutucuklarını kullanabilirsiniz.
—Bu yazıdan sosyal medya çevrelerinizi de haberdar etmek için aşağıdaki renkli ikonlara tıklayarak paylaşabilirsiniz.
Blog yazılarınızın devamını bekliyoruz.
Teşekkürler ve başarılar.
An itibariyle tecrübenin çok önemli bir şey olmadığını düşündüğüm için kaynak bulma amacıyla google’dan buraya geldim. Sizin yazınız bile tecrübenin kişisel bir bilgi birikimi olduğunu ve kaideler oluşturmadığını gösteriyor. Yani hayatımıza ne kadar yararı olduğu tartışılır. Kaç kez ilk izlenimlerimiz yanlış çıkmıştır ve çıkmaya devam edecektir.
Tecrübeye güvenmek bi manada hayatın şifresini çözdüm demek oluyor galiba.
Bir arkadaşım başından geçen fakat kayba uğradığı bir olayı anlattıktan sonra, “Sonuçta bir tecrübe kazanmış olduk. Fakat kazandın da ne oldu derseniz, sadece tecrübeli bir kişi olduk,” demişti. :)