🎧 Ayrıntılı incelemeyi dinleyin:
Mezun olduğum üniversitede akademisyen olarak kalmak istemiştim. 80’li yıllardı. Bölüm başkanımızla görüştüm, umutlandım, hazırlandım. Zorunlu olarak önce İngilizce ardından bilim sınavlarına girdim. Ancak bölüme asistan olarak başka bir üniversiteden gelip aynı sınavlara katılan, yabancı dil eğitimi bile Fransızca olan biri seçildi. Gerekçesini tahmin etmek zor değildi.
Aradan on yıllar geçti. Şimdi rahmetli olan bölüm başkanımız seksenli yaşlarındayken bir gün beni buldu ve bu olayı hatırlatarak şunu dedi:
“Hakkını helal et evladım.”
Bu sözü duyduğumda ne şaşırdım, ne de öfkelendim. Çünkü ben o kırılma anını gençliğimde yaşamıştım. “Üniversite böyle bir yerse, benim burayla işim olmaz” deyip mesleğimi başka yollarla gerçekleştirmeye yönelmiştim. Geri dönüp şikâyet bile etmedim.
O gün bugündür bilirim ki kayırmacılık yalnız bireylere zarar vermez, kurumları da sessizce çürütür. Baskı, çıkar, kişisel yakınlık veya sadakat, nedeni ne olursa olsun nesnellikten sapmak, uzun vadede hem insan kaynağımızı hem de ortak değerlerimizi aşındırır.
Kayırmacılığın Doğurduğu Zararlar
Kayırmacılığın doğurduğu zararlar yalnızca bir kişinin hakkını yemekle sınırlı değildir. İşte bu anlayışın yol açtığı bazı önemli olumsuzluklar:
1. Güven erozyonu oluşur
- Kurum içindeki veya toplumdaki bireyler, kararların adil ve hakkaniyetli alınmadığı, liyakate değil, yakınlığa göre verildiğini gördüğünde güven sarsılır.
- Özellikle kamu kurumlarında kayırmacılık, toplumsal adalet algısını bozar. Kuruma olan inanç zayıflar, ortak gelecek duygusu zarar görür.
2. Liyakat sistemi zayıflar
- Bilgi, beceri ve deneyim yerine, çıkar, tanıdıklık ve sadakat ön plana çıkar.
- Nitelikli kişilerin önü kesilir, yetersiz ama “yakın” olanlar öne geçer.
Liyakat, bir kurumu ayakta tutan görünmez kolonlardır. Liyakatin yitirildiği yolda görüş mesafesi sıfıra düşer. İşin ehline verilmediği yerde, ehliyetsizlik saltanat sürmeye başlar.
3. Verimlilik ve kalite düşer
- Görevine uygun olmayan kişiler yetkilendirildiğinde hata oranı artar, süreçler yavaşlar, sonuçlar vasatlaşır.
- Kaynaklar doğru kullanılmaz.
Yanlış kişiye emanet edilen görev, en doğru amaca bile zarar verir.
4. Kurum içi gerilim artar
- Haksızlığa uğrayan çalışanlar arasında huzursuzluk, motivasyon kaybı ve çatışma çıkar.
- Bu durum ekip çalışmasını bozar, ortak hedefler yerine kişisel hesaplar ön plana çıkar.
5. Gençlerin ve nitelikli bireylerin umudu kırılır
- Yetenekli bireyler, çaba göstermenin değil tanıdık bulmanın öncelendiğini görünce umutsuzluğa kapılır.
- “Giden gitmiş” duygusuyla beyin göçü ve pasifleşme artar.
Çabanın karşılık bulmadığı yerde umut filizlenmez. Birinin umudunu kırmak, geleceğin köküne balta vurmaktır.
6. Yolsuzluk ve etik dışı uygulamalar artar
- Kayırmacılık sistemi içinde olanlar, korunacaklarını bildiklerinden usulsüzlüklere daha kolay yönelir.
- Hesap verilebilirlik ortadan kalkar.
Kayırmacılık, yalnız torpil değil, yozlaşmanın ilk adımıdır.
7. Toplumsal adalet duygusu zedelenir
- İnsanlar, hak ettikleri yere ulaşmak yerine tanıdıkları olmadan ilerleyemeyeceklerini düşündükçe toplumsal çürüme başlar.
- Dayanışma yerine kıskançlık, güvensizlik ve ayrışma gelişir.
Adalet, bir toplumu bir arada tutan çimentodur.
8. Yaratıcılık ve yenilikçilik engellenir
- Sorgulayıcı ve yenilikçi fikirler sistemin dışına itilir.
- Statüko korunur, gelişim durur.
Sorgulamak baskı altına alındığında, düşünmek de anlamını yitirir.
Sonuç
Bir toplum, yetenekli bireylerin önünün açık olmasını sağlayarak kendini yüceltir.
Öte yandan, kayırmacılık yalnızca bireylerin yollarını tıkamaz, kurumların ve toplumun da içten içe, yavaş yavaş aşınmasına yol açar. Liyakatin, adaletin ve saydamlığın olmadığı bir yapıda ne ilerleme sağlanabilir ne de uzun ömürlü başarılar elde edilir.
Liyakat yerine kayırma geçtiğinde bedeli yalnız hakkı yenen bireyler değil, o kurumu ayakta tutan değerler öder. Kararlar bilgi ve birikimle değil, kayırmacılıkla veriliyorsa, orada güvenin değil, sessiz bir çürümenin hüküm sürdüğü anlaşılır. Kayırılanlar belki yükselebilir ama bu yükselişin gölgesinde kurumlar her gün biraz daha geriler. Sonuçta hakkı yenen yalnızca bireyler değil, yerinden oynayan adalet duygusudur.
Kurumlar değerlerini yitirince değil, onları yitirdiklerini fark etmeyince çöker. Çünkü kayırmacılıkla yükselen her yapı, içi oyulmuş bir ağaç gibidir: Ayakta görünür, ama ilk fırtınada devrilmeye mahkûmdur. Liyakat ise köktür; olmazsa dallar da kurur, gövde de.
Yeniden görüşünceye dek “öğrenmeye devam edin!”
Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz