Bayram tatilinde, Ege’nin güzel kıyılarından karşıda Yunan adalarının göründüğü eşsiz manzaraları izlerken Yunanistan’da tatil yapmayla Türkiye arasında karşılaştırma konusunda söylenecek yeni şeyler olduğunu vurgulayan bir LinkledIn paylaşımı dikkatimi çekti. Eğitmen ve Hikaye Anlatıcısı Alp Met’in yazısı, özellikle Yunanistan’ın Paros adasının turizm politikaları ve Türkiye’deki turizm anlayışı arasındaki farkları vurguluyordu.
El değmemiş koyları, tarihi ve kültürel zenginliğinden yerel gastoronominin nefis örneklerine ve lüks estetiğine sahip zarif otellerine kadar nitelikli turizm adına her şeyin bulunduğu belirtilen Paros adası son yıllarda müthiş bir çekim merkezine dönüşmüş. Ancak adadaki başarının arkasında yalnızca güzellikler yatmıyor. Ünlü Mykonos’a alternatif haline gelen ada, turizm politikalarında sürdürülebilirliğe ve ekolojik dengeyi korumaya yerel halkın verdiği önemi gözler önüne seriyor. Toplumun baskısıyla birçok işletmenin lisansı iptal edilmiş ve sahiller halka açık kalmış. “Clean Sea” isimli global projede yer alarak Akdeniz’in ilk plastik atıksız adası olmayı hedeflemesi, adanın çevresel duyarlılığını ve sürdürülebilir turizm anlayışını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Diğer yandan, Türkiye’de halkın hakkının özel çıkarlar için kullanılması eleştiriliyor, turizmde gelir rekorları kırılırken doğanın hoyratça tahrip edildiği, kısa vadeli kazançlar uğruna sürdürülebilirliğin göz ardı edildiği belirtiliyordu. Türkiye’nin mevcut turizm anlayışı, aile yadigarı mücevheri satıp yiyen mirasyediler gibi tanımlanıyordu.
Neden ve nasıl?
Yazının genel mesajı, sürdürülebilir ve doğaya saygılı turizmin uzun vadede hem yerel toplumun hem de turistlerin yararına olduğu, buna karşın kısa vadeli kazançlar için doğanın ve halkın haklarının hiçe sayılmasının geri dönülmez zararlara yol açabileceği üzerineydi.
Yazıyı okurken hemen karşımızdaki bir adada çevresel duyarlılığa dair bu sosyo-kültürel kodlamaların (örneğin, ekolojiye ait olmayan şeylerin sahillerde bulundurulmaması yönündeki farkındalığın) NEDEN ve NASIL oluştuğunu düşündüm. Bir yorum yazarak, “Keşke Avrupa Birliği’nin yeşil dönüşüm politikalarını destekleyici programlarından ülkemizdeki yerel aktörler de daha etkin düzeyde yararlanmayı başarabilse,” diye belirttim.
Avrupa Birliği’nin 2021-2027 döneminde sunduğu programları tanımak ve ülkemize sunulan fırsatlardan yararlanmak üzere mantıksal bütünlük içinde eksiksiz proje başvuruları yapmak isteyen herkes için bilgilendirici, motivasyon kazandırıcı ve ilham verici kapsamlı rehber.
Küresel gündem
Avrupa Birliği projelerinin gözden kaçan en önemli özelliklerinden biri, hızla değişen küresel gündemin hem öncüsü olmada hem de değişen gündeme ayak uydurmada katılımcılara fırsatlar sunarak, ülkemizin küresel arenada daha etkin bir rol oynamasına katkı sağlamalarıdır.
Bu projeler, Birlik gündemi, politika ve uygulamalarına uyuma yönelik düzenleme ve yeniliklerin transferi için önemli bir araç işlevi görmekte, gerekli idari kapasitenin oluşturulması ve iyi uygulamaların yaygınlaştırılması gibi amaçlarla birçok alanda yaşanan toplumsal dönüşümde bir katalizör görevi üstlenmektedir.
Örneğin, Avrupa Yeşil Uzlaşısı (European Green Deal) kapsamında çevre dostu teknolojilere geçişi hızlandırmayı ve karbon ayak izini azaltmayı amaçlayan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik projeler, ülkemizdeki enerji sektörünün dönüşümüne katkı sağlamaktadır. Bu projeler sayesinde, güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarının kullanımı artmakta, bu da beraberinde hem çevresel hem de ekonomik yararlar getirmektedir.
Benzer biçimde, döngüsel ekonomiyi güçlendirmeye yönelik geri dönüşüm ve yeniden kullanım projeleri, Türkiye’deki işletmelerin atık yönetimi süreçlerini iyileştirerek maliyetleri düşürmekte ve çevresel etkileri azaltmaktadır. Bu tür projeler, aynı zamanda toplumsal farkındalığın artmasına ve sürdürülebilir yaşam biçimlerinin benimsenmesine katkı sağlamaktadır.
Geleceğe hazırlık
Avrupa Birliği’nin başlattığı yeşil dönüşüm sürecine ayak uydurabilmenin ve geleceğe hazırlıklı olmanın yolu, Birliğin 2021-2027 dönemi programları ile ülkemize sunduğu desteklerden yararlanmaktan geçiyor. Bu desteklerden yararlanabilmenin temel koşulu, Avrupa Komisyonunun önerdiği araçları kullanarak uluslararası standartlarda proje tasarım ve yönetimini başarabilmek. Verdiğim eğitimler ve danışmanlık destekleriyle özellikle bu amaca hizmet ettiğimi eklemeliyim.
Paros adası örneği, çevresel duyarlılığın ve sürdürülebilir turizmin yerel halkın iradesiyle nasıl başarıyla uygulanabileceğini gösteriyor. Avrupa Birliği’nin sunduğu fırsatlardan daha etkin biçimde yararlanarak bu ve benzer yaklaşımları hızla ülkemize de taşıyabilir, böylece hem kaynaklarımızı koruyabilir hem de gelirlerimizi sürdürülebilir bir şekilde artırabiliriz.
Yeni yazılarda görüşünceye dek “öğrenmeyi sürdürün!”
Avrupa Birliği Projeleri Tasarım ve Yönetimi adlı WhatsApp kanalından da yazılarımı takip edebilirsiniz:
Yorumunuzu Ekleyebilirsiniz